------
80'li yılların sonları, bir Beşiktaş-Bolu Spor maçı sırasında, Hakem,
Beşiktaş‘ın net 2 golünü vermez, Bolu Spor'a havadan bir penaltı verir.
Maç çığırından çıkmıştır. Beşiktaş'lılar neredeyse sahayı terk etmeyi düşünürler.
Bolu Spor 2. golü de atar. Metin TEKİN santrayı yapmaz bekler.
Hakem düdüğü bir daha çalar, ama Metin hala topa dokunmaz.
Hakem : 'Metin neden başlamıyorsun? Bak kart çıkartırım!' der.
Metin cevap verir :
'Hocam sahanıza geçin de başlayalım.'
-------
Rahmetli Baris MANÇO, Fransa'da bir televizyon programına katılır. Herşey gayet güzel giderken, sunucu klasik Avrupalı edası ile:
'Siz Türkler barbarsınız' muhabbetine girer.
Bunun üzerine Barış Manço sunucuya üzerinde para olup olmadığını sorar.
Sunucu, cebinden bir kaç banknot çıkartıp Barış Manço'ya uzatır:
B.M.: Simdi bu paranın üzerindeki kim?
Sunucu : General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta kahramanlık yapmıştır, vs.
B.M : Peki bu?
Sunucu : Teğmen bilmem ne, böyle etmiştir, şöyle etmiştir.
Bunun üzerine Barış Manco cebinden bir kaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır:
B.M.:
Bu Mevlana Celaleddini Rumî; ünlu bir Türk düşünürüdür.
Bu Halit Refik KARAY; ünlü bir Türk Edebiyatçısıdır.
Bu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusudur.
Sessizliğin üzerine sunucuya bakarak söyle der:
- Şimdi siz söyleyin, kim barbar?
-------
Cumhuriyet'in ilanından sonra, İstanbul'da bir resepsiyon verilir.
Tüm Dünya Ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir.
Davet güzel bir şekilde devam etmektedir, fakat İngiliz ataşesi olan Binbaşının bakışları Atatürk‘ün gözünden kaçmaz.
Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.
Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.
Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
-Paşam; kendisine size karşı neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
Bunun üzerine Atatürk şöyle der.
-GİT SOR BAKALIM, BABASININ ÇANAKKALE'DE NE İŞİ VARMIŞ?…
-----
30.4.07
Birleşen kazanıyor, bölünen kaybediyor (Zülfü Livaneli)
Bir iki ay önce arkadaşlarımla Cumhurbaşkanlığı konusunu tartışırken demiştim ki:
“AKP bu konudaki verileri bir bilgisayara yüklese ve kendileri açısından en iyi çözümü sorsa Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan’ın başbakan olması gerektiği cevabını alır. AKP açısından ideal olan durum budur.”
Ve hemen eklemiştim:
“Ama işin içinde insan egosu olduğu için bu çözüme pek ihtimal vermiyorum.”
İtiraf etmeliyim ki; AKP beni yanılttı ve başından beri sergiledikleri dayanışmayı burada da gösterdiler.
İşin bu boyutu çok önemli.
Ve günün en yakıcı sorusu şu: Kendilerine Atatürkçü, laik, solcu, çağdaş vs. diyenler niye bu kadar sevgisiz, kıskanç, birbirine düşman?
Buna karşılık AKP çevreleri niçin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlı?
İşte Türkiye’yi bir büyük dönüşümün eşiğine getiren ve türbanın köşke çıkması noktasına sürükleyen gelişmelerin sırrı bu soruda gizli!
Meclis’e gidiyorsunuz: CHP’li milletvekillerinin yüzünden düşen bin parça, birbirine selam vermeyen, koridorda gördüğü zaman yolunu değiştiren pek çok kişi var.
Konuştukları zaman kasılmış bir ağız ve gevrek bir ses tonuyla: “katılımcılık, demokrasi” filan gibi birkaç klişeyi dile getiriyorlar ama temel unsurları sevgisizlik, kıskançlık.
Birbirinden nefret!
Diğer “sol” partilere bakın. Başkanlar birer derebeyi gibi “küçük aşiretlerin” başında olmayı, posterlere, otobüslere resimlerini bastırmayı marifet sanıyor. Hayatta kendi gücüyle başaramadığı bir şöhrete sahip olmaktan, partinin sırtına binerek egosunu tatmin etmekten başka bir derdi yok.
Bir de “öteki taraf”a bakın.
AKP’yi kurdukları zaman Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi isimler milletvekili.
Gül kendi partisinde genel başkan adayı olup, delegenin yarısının oyunu almış. Siyasi yasağı yok, dil bilir. Arınç da Gül de Erdoğan’ın ağabeyleri. Kaldı ki Erdoğan siyasi yasaklı, seçime bile giremiyor.
Ama sıra genel başkan belirlemeye geldiği zaman Arınç da Gül de “Hayır!” diyorlar “Bu kardeşimiz halkta daha çok ilgi görüyor. Onu genel başkan yapmamız gerekir.”
Siz böyle bir davranışı Deniz Baykal’dan ya da öteki “solcu”lardan bekler misiniz?
Acı acı güldüğünüzü görür gibi oluyorum.
Haklısınız, gülünç bir soru sordum.
Neyse AKP macerasına devam edelim:
Seçimler sonucunda Abdullah Gül başbakan oluyor, sonra koltuğunu Erdoğan’a devrediyor.
Şimdi de Erdoğan, yardımcısını Cumhurbaşkanı yapıyor.
Arınç buna itiraz etmiyor ve AKP içindeki herkes sarılıp birbirini tebrik ediyor.
İşte sır burada.Dünyanın her yerinde sol dayanışmacı, sağ bireycidir.Türkiye’de ise durum tam tersi.
Solun bencilliği, düşmanlığı, küçük düşünmesi ve kıskançlığı karşısında, dayanışmacı bir hareket Türkiye’yi ele geçiriyor.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yeni ve çok önemli bir sayfa açıldı.
Eğer siyasal İslam bu dayanışmayı sürdürür, laikler de amip gibi bölünmeye devam ederlerse; emin olun bugünleri de arayacağımız noktalara gelmemiz çok yakındır.
kaynak:http://www7.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=25.04.2007&Newsid=117104&Categoryid=4&wid=5
“AKP bu konudaki verileri bir bilgisayara yüklese ve kendileri açısından en iyi çözümü sorsa Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan’ın başbakan olması gerektiği cevabını alır. AKP açısından ideal olan durum budur.”
Ve hemen eklemiştim:
“Ama işin içinde insan egosu olduğu için bu çözüme pek ihtimal vermiyorum.”
İtiraf etmeliyim ki; AKP beni yanılttı ve başından beri sergiledikleri dayanışmayı burada da gösterdiler.
İşin bu boyutu çok önemli.
Ve günün en yakıcı sorusu şu: Kendilerine Atatürkçü, laik, solcu, çağdaş vs. diyenler niye bu kadar sevgisiz, kıskanç, birbirine düşman?
Buna karşılık AKP çevreleri niçin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlı?
İşte Türkiye’yi bir büyük dönüşümün eşiğine getiren ve türbanın köşke çıkması noktasına sürükleyen gelişmelerin sırrı bu soruda gizli!
Meclis’e gidiyorsunuz: CHP’li milletvekillerinin yüzünden düşen bin parça, birbirine selam vermeyen, koridorda gördüğü zaman yolunu değiştiren pek çok kişi var.
Konuştukları zaman kasılmış bir ağız ve gevrek bir ses tonuyla: “katılımcılık, demokrasi” filan gibi birkaç klişeyi dile getiriyorlar ama temel unsurları sevgisizlik, kıskançlık.
Birbirinden nefret!
Diğer “sol” partilere bakın. Başkanlar birer derebeyi gibi “küçük aşiretlerin” başında olmayı, posterlere, otobüslere resimlerini bastırmayı marifet sanıyor. Hayatta kendi gücüyle başaramadığı bir şöhrete sahip olmaktan, partinin sırtına binerek egosunu tatmin etmekten başka bir derdi yok.
Bir de “öteki taraf”a bakın.
AKP’yi kurdukları zaman Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi isimler milletvekili.
Gül kendi partisinde genel başkan adayı olup, delegenin yarısının oyunu almış. Siyasi yasağı yok, dil bilir. Arınç da Gül de Erdoğan’ın ağabeyleri. Kaldı ki Erdoğan siyasi yasaklı, seçime bile giremiyor.
Ama sıra genel başkan belirlemeye geldiği zaman Arınç da Gül de “Hayır!” diyorlar “Bu kardeşimiz halkta daha çok ilgi görüyor. Onu genel başkan yapmamız gerekir.”
Siz böyle bir davranışı Deniz Baykal’dan ya da öteki “solcu”lardan bekler misiniz?
Acı acı güldüğünüzü görür gibi oluyorum.
Haklısınız, gülünç bir soru sordum.
Neyse AKP macerasına devam edelim:
Seçimler sonucunda Abdullah Gül başbakan oluyor, sonra koltuğunu Erdoğan’a devrediyor.
Şimdi de Erdoğan, yardımcısını Cumhurbaşkanı yapıyor.
Arınç buna itiraz etmiyor ve AKP içindeki herkes sarılıp birbirini tebrik ediyor.
İşte sır burada.Dünyanın her yerinde sol dayanışmacı, sağ bireycidir.Türkiye’de ise durum tam tersi.
Solun bencilliği, düşmanlığı, küçük düşünmesi ve kıskançlığı karşısında, dayanışmacı bir hareket Türkiye’yi ele geçiriyor.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yeni ve çok önemli bir sayfa açıldı.
Eğer siyasal İslam bu dayanışmayı sürdürür, laikler de amip gibi bölünmeye devam ederlerse; emin olun bugünleri de arayacağımız noktalara gelmemiz çok yakındır.
kaynak:http://www7.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=25.04.2007&Newsid=117104&Categoryid=4&wid=5
25.4.07
İNDİRİM
Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı ama, küçükbir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini öntarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.. Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu.....
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam.
Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi.
Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar.Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerindendoğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!' demişti...
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam.
Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi.
Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar.Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerindendoğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!' demişti...
Turkish expression
Before beginning something INSALLAH
Just at beginning BISMILLAH
When surprised ALLAH ALLAH
When gave up EYVALLAH
To go to the end YA ALLAH
Promise VALLAH BILLAH
Self confidence EVEL ALLAH
Fully motivated ALIMALLAH
Bored FESUPHANALLAH
More bored HASBINALLAH
Give up ILLALLAH
Great inspiration and motivation ALLAH, ALLAH, ALLAH
Succeeded MASALLAH
At failure HAY ALLAH
Just at beginning BISMILLAH
When surprised ALLAH ALLAH
When gave up EYVALLAH
To go to the end YA ALLAH
Promise VALLAH BILLAH
Self confidence EVEL ALLAH
Fully motivated ALIMALLAH
Bored FESUPHANALLAH
More bored HASBINALLAH
Give up ILLALLAH
Great inspiration and motivation ALLAH, ALLAH, ALLAH
Succeeded MASALLAH
At failure HAY ALLAH
BİR DELİYE BİR VELİ ROLÜ
Bir araya gelmiş olan erkeklerin hepsi de hanımından şikayet ederek dertleşirler. Ancak bunları dinleyen Şam’ın büyük alimi Ebu Müslim Havlani’de şikayet filan yoktur.. Derler ki:
– Veli gibi bir hanıma düştün de sesin sedan çıkmıyor değil mi?
Omuzlarını silkerek cevap verir:
– Bizimki veli filan değil kelimenin tam manasıyla delidir deli!…
– Öyle ise derler nasıl geçiniyorsun böyle deli biriyle?
Cevap verir:
– Ben usulünü biliyorum da öyle geçiniyorum, kavga gürültümüz o yüzden olmuyor!…Büsbütün meraka düşerler.
– Deli gibi biriyle kavgasız gürültüsüz geçinmenin usulü nedir ki? diye sormaktan kendilerini alamazlar.
Şöyle izah eder Ebu Müslim, geçinmenin sırrını.Der ki:
– Allahü Azimüşşan, Âdem Aleyhisselam’ı topraktan yarattığında bedenine önce aklı koydu. Akıllı bir adam oldu.Sonra öfkeyi yarattı. Ona da Âdem’in bedenine girmesini emretti.
Öfke:– Ben dedi. Âdem’in bedenine giremem. Çünkü orada akıl vardır! Akılla ikimiz bir yerde asla duramayız!…
Rabbimiz buyurdu:
– Ey öfke! Sen Âdem’in bedenine girmeye çalış, oraya yönel. Akıl senin geldiğini görünce hemen çıkıp gider, kendi yerini sana bırakır. Böylece sen de Âdem’in bedeninde hükmünü icra eder, onu deli yaparsın.
Ebu Müslim burada der ki :
– İşte biz hanımla bu konuda anlaştık. Dedik ki; mademki insana öfke gelince akıl gidiyor, insan delinin teki haline geliyor. Öyle ise evde kim öfkelenirse o an sanki o delidir. Deliye karşı ise bir veli lazımdır. Ben öfkelenirsem hemen farkına varacaksın, sabır gösterip ters cevap vermeyeceksin. Çünkü ben o an deli sayıldığımdan deli adamdan her şey beklenir diyerek veli rolüne gireceksin, aklım gelinceye kadar bir deliye bir veli rolü oynayacaksın.
Ebu Müslim burada şunu da ilave eder:
– Tabii der, bu sabır benim için de geçerli bir görevdir. Bazen hanım öfkelenir, bu defa o deli durumuna girer bana veli rolü düşer, ben bir veli gibi sabır gösterir, karşılık vermemeye çalışırım. Aklı gelip de akıllı insana muhatap olduğumu anlayıncaya kadar, bu sabır devam eder.
Ebu Müslim bundan sonrasını şöyle tamamlar:
– İşte der ey dostlar, benim hanımdan şikayetçi olmayışımın sebebi budur. Gül gibi geçinip gitmemizin sırrı da buradadır. Tavsiye ederim, siz de bir deliye bir veli rolü oynayın, öfkelenince karşı taraf veli rolüne girsin, sabır ve tahammülü esas alsın, göreceksiniz ki tartışma kısa zamanda son bulacak, taraflar birbirlerine karşı sevgiyle dolacak. Çünkü öfkeli taraf kendisine karşılık verilmeyişinin takdirini, minnettarlığını duyacak. Bu da mutluluk vesilesi olacak.
Ebu Müslim; sakın der, bir deliye bir veli rolü basit bir tedbir deyip de dudak büküp geçmeyin, sadece bir deneyin, yeter...
Kaynak:Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
– Veli gibi bir hanıma düştün de sesin sedan çıkmıyor değil mi?
Omuzlarını silkerek cevap verir:
– Bizimki veli filan değil kelimenin tam manasıyla delidir deli!…
– Öyle ise derler nasıl geçiniyorsun böyle deli biriyle?
Cevap verir:
– Ben usulünü biliyorum da öyle geçiniyorum, kavga gürültümüz o yüzden olmuyor!…Büsbütün meraka düşerler.
– Deli gibi biriyle kavgasız gürültüsüz geçinmenin usulü nedir ki? diye sormaktan kendilerini alamazlar.
Şöyle izah eder Ebu Müslim, geçinmenin sırrını.Der ki:
– Allahü Azimüşşan, Âdem Aleyhisselam’ı topraktan yarattığında bedenine önce aklı koydu. Akıllı bir adam oldu.Sonra öfkeyi yarattı. Ona da Âdem’in bedenine girmesini emretti.
Öfke:– Ben dedi. Âdem’in bedenine giremem. Çünkü orada akıl vardır! Akılla ikimiz bir yerde asla duramayız!…
Rabbimiz buyurdu:
– Ey öfke! Sen Âdem’in bedenine girmeye çalış, oraya yönel. Akıl senin geldiğini görünce hemen çıkıp gider, kendi yerini sana bırakır. Böylece sen de Âdem’in bedeninde hükmünü icra eder, onu deli yaparsın.
Ebu Müslim burada der ki :
– İşte biz hanımla bu konuda anlaştık. Dedik ki; mademki insana öfke gelince akıl gidiyor, insan delinin teki haline geliyor. Öyle ise evde kim öfkelenirse o an sanki o delidir. Deliye karşı ise bir veli lazımdır. Ben öfkelenirsem hemen farkına varacaksın, sabır gösterip ters cevap vermeyeceksin. Çünkü ben o an deli sayıldığımdan deli adamdan her şey beklenir diyerek veli rolüne gireceksin, aklım gelinceye kadar bir deliye bir veli rolü oynayacaksın.
Ebu Müslim burada şunu da ilave eder:
– Tabii der, bu sabır benim için de geçerli bir görevdir. Bazen hanım öfkelenir, bu defa o deli durumuna girer bana veli rolü düşer, ben bir veli gibi sabır gösterir, karşılık vermemeye çalışırım. Aklı gelip de akıllı insana muhatap olduğumu anlayıncaya kadar, bu sabır devam eder.
Ebu Müslim bundan sonrasını şöyle tamamlar:
– İşte der ey dostlar, benim hanımdan şikayetçi olmayışımın sebebi budur. Gül gibi geçinip gitmemizin sırrı da buradadır. Tavsiye ederim, siz de bir deliye bir veli rolü oynayın, öfkelenince karşı taraf veli rolüne girsin, sabır ve tahammülü esas alsın, göreceksiniz ki tartışma kısa zamanda son bulacak, taraflar birbirlerine karşı sevgiyle dolacak. Çünkü öfkeli taraf kendisine karşılık verilmeyişinin takdirini, minnettarlığını duyacak. Bu da mutluluk vesilesi olacak.
Ebu Müslim; sakın der, bir deliye bir veli rolü basit bir tedbir deyip de dudak büküp geçmeyin, sadece bir deneyin, yeter...
Kaynak:Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
4.4.07
ÜDS 2007 MART
2007 MART DÖNEMİ | ||
SINAV TARİHİ: 25.03.2007 | ||
ALMANCA (A KİTAPÇIĞI) | FRANSIZCA (A KİTAPÇIĞI) | İNGİLİZCE (A KİTAPÇIĞI) |
3.4.07
BİR GECE -M.Akif Ersoy-
On dört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın on dördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşme delerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,
Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Kumdan, ayın on dördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşme delerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,
Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Mehmed Âkif ERSOY
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)