25.9.08
5 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN GÖZÜYLE RAMAZAN
Ramazan 5
Önce diyet yaptıklarını sanmıştım. İzledim hepsini. Akşama doğru hepsi sessizleşiyor. Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar. Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki… Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni. Ama gülmeye cesaretim yok.
Ramazan 9
Niye böyle yapıyorlar? Ablama sordum, 'büyüyünce anlarsın' dedi. Zaten başka ne der ki… Anneme sordum, Ramazan dedi. Babama sordum, Oruç dedi.
Ramazan 11
Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek. Arkadaşım Fatma'ya sordum. Onun ailesi de gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.
Ramazan 14
Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum. Uyandım. Babama haber vermeye koştum, yatağında yok! Çaresiz, huysuz ablamın odasına koştum. O da yok! Korkmadım, 'ben bu hırsızların hakkından gelirim' dedim. Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar! Vay uyanıklar. Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.
Bir de üstüme gülüyorlar…
Korkaklar.
Ramazan 17
Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikâyet etmeyi düşündüm. Fakat ablamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim. Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.
O zaman devam. Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.
Ramazan 19
Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor. Oturup birlikte Kur'an okuyorlar. Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar. Ellerini açıp herkese dua ediyorlar. Sevim teyze de başını örtmüş. Çok da yakışmış
Ramazan 22
Her şey aynen devam ediyor. Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor. Hepsi akşam ezan okuyor. İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor. Ne hoş.
Ramazan 24
Oruç'u merak ediyorum. Geçen gün Ayşe teyzem annemle konuşuyorlardı. Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu? Yok, böyle olursa Oruç kaçar mı? Demek ki Oruç, çok duygulu birisi. İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor. Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruç'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum. Onlarla tanışmaya can atıyorum.
Ramazan 25
Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor şimdiye kadar, gecesi olan bir adam göremedim. Bu Kadir de kim? Bin aydan hayırlı gecesi varmış. O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.
Ramazan 26
İftarı çok sevdim. Akşam yemek yemeye İftar diyorlar. Gece yemek yemenin adı da Sahur. İftar sonrası eğlenceler oluyor. Babam camilere götürüyor bizi. Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.
Ramazan 28
Merak içinde beklerken uyuyakaldım. Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş. Ben göremedim. Anlayamıyorum. Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum. Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor. Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar. Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor. 'Abim ne zaman geliyor?' diye anneme soruyorum. 'Bayram gelsin, onda gelecek' diyor. Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdi de Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye. Neden o gelmeden abim gelemiyor? Belki de ağabeyimin arkadaşıdır. Çok özledim abimi. Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.
Ramazan 29 / Arefe
O kadar erkek isminden sonra bugün nihayet bir bir hanım ismi duyabildim. Arife diyemiyorlar mı ne? Arefe diyorlar. Niye Arefe? 'Arife' olması gerekmiyor mu? Yengemin adı gibi yani… 'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik diyor annem. İyice telaşlandılar. Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar. Temizlik yapılıyor. Yemekler hazırlanıyor. Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi. Demek ki Bayram ile Arefe evli değil. Akraba da değil. Kafam karma karışık. Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.
Ve Bayram geldi
Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!. Oruç öldü herhalde diye düşündüm. Abim gece gelmiş. Sevinçten haykırdım. Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım abime. Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm. Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım. Abimin tebessüm ettiği yerde, ablam kahkaha atar. Abime küser gibi yaptım hemen gönlümü aldı. Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.
Abimden söz aldım. Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi..) Ben de verdim.. Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı. Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu. Sendromu anlamadım. Ama olsun, abime güveniyorum. Gerçi ablam'a göre 4 yaşındayım. Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor. Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor. Abim 'bu konu beni aşar' diyor.
Bayramı çok sevdim. Ama ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm. Bizim için her gün Ramazan olsa!.. Ne iyi olur.
10.9.08
1000 fitten Türkiye ( Türkiye from 1000 feet)
Alp Alperden : Bu kitabı neden yaptım :
Ne yazık! Vakit de yok kurtarmak için geleceği
Düşünsek bile şimdiden – düşünemiyoruz ya
üstelik ne çıkar bundan ve ne katardı yaşamımıza
Hiçbir şey! Çünkü ne varsa içimizde gelecek için
Sanki bir öyküsü bu, hayatı süslemenin”
[Umutsuzlar Parkı / Edip CANSEVER]
Geçmişi Geleceğe Taşımak
Geçmiş ve gelecek söz konusu olduğunda, Edip Cansever’in bu dizeleri gelir hemen aklıma. Geleceği kurtarmak için yeterli vaktin olmadığı düşüncesi, beni alır ‘Umutsuzlar Parkı’na götürür. Fakat böyle güzel bir şiir yazılmışsa, boşa geçmemiştir zaman ve geleceği kurtarmak için hâlâ vakit vardır, diye düşünürüm.
Bu projeye başlamadan önce beni ve bu projeye gönül veren arkadaşlarımı, izlerken içimizi acıtan orman yangınları, tarihi eser kaçakçılığı, depremler, para hırsı uğruna yapılan tüm tarihi yıkımlar düşündürdü. Bütün bunlar “Birşeyler yapmak gerek” düşüncesiyle bizi tetikledi.
Öyle şeyler yapmak istiyorduk ki, sahip olduğumuz bu değerlerin yok olmadan önceki güzelliklerini belgeleyelim, gelecek nesillere sunalım, korunmaları adına ruhlarına kuvvet verelim...
Yüzyıllarca uygarlığa analık yapan bereketli Anadolu topraklarının, özellikle seksenli yıllardan sonra başlayan, giderek artan yağmalama politikalarıyla hoyrat ve bilinçsizce tüketilmesi… Sahil kentlerininin yeşil dokusu yerine çirkin betondan yazlık site ve turistik tesis adı altında yapılan çirkin beton binalar... Restorasyon adı altında bilinçsizce yapılan hatalar ve daha niceleri… Geleceği ve çocuklarımızı “kısa günün kârı” anlayışı tüketti ve tüketmeye devam ediyor. Doğal zenginliklerimizi tüketme ve yağmalama hırsını; ne kesilen ağaçların çığlıkları, ne de yaşam alanları yok edilen canlıların gözyaşları durdurabildi. İşte bizi uyaran ve birşeyler yapmaya iten bir diğer güç, bu YOKOLUŞ’tu!
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’a girdikten sonraki ilk fermanlarından birinde “Yaş kesenin başı kesile” derken, Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, “Van’dan yola çıkan bir sincap, ayağı yere değmeden bir meşe ağacından diğerine atlayarak İskenderun Körfezi’ne ulaşır” diye yazmıştı. Oysa Türkiye’de, her yıl tarım alanlarının 500 milyon tonu ve tüm ülke genelinde 1.4 milyar ton verimli üst toprak, erozyonlarla kaybedilmekte. Orman Genel Müdürlüğü’nün 2005 yili verilerine göre; 1937 yılından bu yana meydana gelen 77 bin 785 orman yangını sonucu 1 milyon 564 bin hektarlık orman alanı yanarak yok oldu ve her geçen gün de yok olmaya devam ediyor.
Anadoluyu yaşamak için çıkılan yol
Güneş ve uygarlıkların doğduğu ve insana ait en eski izlerin Paleolitik (Taş) Devri’nde Konya Ovası’nda olduğu bilinen Anadolu; Büyük Kral Hattuşili’den Büyük İskender’e, Alaattin Keykubat’tan Muhteşem Süleyman’a kadar büyük imparatorların iz bıraktığı uygarlıkların coğrafyası. Anadolu mistik ve dini açıdan büyük önem taşıyan bereketli toprakları üstünde, yüzlerce değerli bilim adamı, mimar, sanatçı barındırmış. Tarihsel ve dinsel yolların kesiştiği İpek Yolu’ndan Kral Yolu’na tüm önemli yaşam yollarına adını yazdırmış coğrafya.
Anadolu’nun yüzlerce yıl boyunca tüm renkleri içinde barındırarak bugünkü varolan mozaikler ülkesini adım adım, yudum yudum yaşamak için çıktık yola. Sadece fotoğraflarda veya medyada görmektense, hissederek, gidip yerinde dokunarak... Bunu yaparken de bugüne kadar pek yapılmayanı, zor olanı seçtik. Zaman ve mekan sarmalı içinde varolanı gezi, keşif tutkusuyla Anadolu’nun günümüze kadar gelen son güzelliklerini belgeleme sorumluluğunu fotoğrafa yansıtabilme gayreti içinde olduk.
Bütçemizin elverdiği ve arazinin konumuna göre, Anadolu’nun güzelliklerini havadan ve “Tanrısal” bir bakış açısıyla görüntüledik. Kimi zaman renkli bir balonla sabahın ilk ışıklarında güneşle doğarak..., Kimi zaman yüksek bir zirveden rüzgara kanat veren bir paragliding veya bir microlightla, kimi zamansa bir helikopterle... Kısacası uçulabilen, akla gelen her türlü araçla uçmaya çalıştık. Uçtukça da bazen ateş kanatlı bir flamingonun kanadında bulduk kendimizi, bazen efsanelerin dağı Ağrı’da yakaladık zirveyi. Bazen de bir zamanlar Anadolu’ya korku salan muhteşem volkanın donmuş, ama her an patlamaya hazır kalbinde. Ya da yemyeşil Karadeniz yaylalarının yüreğinde saklı, yalnız manastırlar diyarında. Tek tek yeniden keşfettik Anadolu’yu. Yüreğimizde ve yüzümüzde rüzgarı hissederek, heyecan ve sevgiyle bir kuş misali Türkiye’nin dağlarında, ovalarında, denizlerinde uçarak. Elimizde ve yüreğimizde hep var olan kocaman bir umutla.
Bize inananları gördükçe daha çok sarıldık projemize. Bize elini uzatanlarla kenetlendik. Günler, aylar birbirini kovalarken adım adım ilerledik. Geriye baktığımızda o ana kadar yapmayı başardıklarımızla gurur duyduk.
kaynak: http://www.alpalper.com/kitap.html
Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır.(Hz. Mevlana)
bakınız: Mevlana'dan İnciler
Profesör Konferans vermek üzere salona girmiş.
Salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen Profesör sonunda seyise sormuş:
- Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mı, yoksa konuşmamalı mıyım?
Seyis cevap vermiş:
-"Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat
ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim."
Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş
durmuş, konferanstan sonra kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
-"Konuşmayı nasıl buldun?"
Seyis cevap vermiş:
-"Hocam sana daha önca basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım."