Adem ile Havva"nın yaratılmasıyla başlayan ve o günden beri de bütün dinler ve medeniyetler içinde hep canlı kalan kadının toplumdaki yeri meselesi, sürekli konuşulup tartışılmıştır. Yeryüzünde hüküm süren her toplum, düşünce ve medeniyet, kadınla ilgili çeşitli kanaatler ortaya koymuş ve bu kanaatler çerçevesinde kadına toplumda yer, zihinlerde değer biçilmiştir.
Hind toplumunda kadın, evlenme, miras ve diğer muamelelerde, hiçbir hakka sahip değildi. Hindlilerin mukaddes kitapları olan Veda'larda kadın, kasırgadan, ölümden, zehirden, yılandan daha kötü bir mahlûk olarak tasvîr edilirdi.Budizm'in kurucusu Buda önceleri kadını, hislerine tâbi bir mahlûk olduğu için dinine kabul etmiyordu. Yakın dostu Amenda, kendisine: -Kadınlara nasıl muamele edelim? diye sorunca,
-Onlara hiç bakmayacaksın." diye cevap vermişti.
-Fakat bakmaya mecbur olursak?
-O zaman onlarla konuşmayacaksın.
-Konuşmaya mecbur kalırsak?
-O durumda, onlardan son derece sakınmalısın, demişti.
Amenda, kadınlara acır, onları korurdu. Onun ısrârı ile Buda, hayli tereddütten sonra, istemeye istemeye, kadınları dinine kabul etmiş, fakat bunun Budistler için çok tehlikeli olduğunu söylemişti. Bir defasında azîz dostu Amenda'ya "Kadını dinimize kabul etmeseydik, Budizm saf bir şekilde uzun asırlar devam ederdi. Fakat aramıza kadın girdiği için bu dinin uzun müddet yaşayacağını sanmıyorum." demişti.
İran'da Sâsânî devleti döneminde kadına hiçbir hak ve kıymet verilmezdi. Hatta kız kardeşlerle evlenmek bile câizdi. Kadın hiçbir hak ve hukuka sahip değildi.
Çinliler kadını, insan saymazlar, ona ad bile takmaya lüzum görmezlerdi. Kadını isimle değil, sayı ile, 1,2,3 diye çağırırlardı. Kadınlar toplumda "Domuz" diye anılırdı.
Batılıların medeniyetine hayran oldukları eski Yunan ve Roma'da kadın hiçbir hakka sahip değildi. Kadın, sadece çocuk doğuran bir makine gibi telakki edilirdi. Vücut yapısının estetik bakımından, erkekten aşağı olduğu ileri sürülerek, sevgiye bile layık görülmezdi. Erkeklerin birbirlerine karşı duydukları sapık sevgi revaçta idi. Kadınları, evlerinde, ev işleriyle uğraşırken, erkekler delikanlılarla birlikte yaşar, onlardan hiç ayrılmazdı. Umumî ziyâfetlerde bile hiç çekinmeden bu delikanlılarla beraber giderler, eşlerini asla götürmezlerdi.
İngiltere'de ise, kirli bir varlık olarak kabul edilen kadın, İncil'e el süremezdi. Bu durum ancak VIII. Henri (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla sona erdirilmiş ve bundan sonra kadınlar İncil okuyabilmişlerdir.
Yahudiler ailede erkeğin mutlak hakimiyeti üzerine bir düzen tanzim etmişlerdi. Yahudi kızları, babalarının evlerinde hizmetçi gibi idiler. Baba isterse, onları satabilirdi. Yahudi hukukunda kadın, insanı aldatıp kötülüğe sevk ettiği için mel'un bir varlık olarak görülürdü.
Hıristiyanlar ise; Hazreti Havva, ilk günahın işlenmesine sebep olduğu ve böylece insanlığın felaketini hazırladığı için, kadını küçük görmüşler, ona daima bir şeytan gözüyle bakmışlardır.
Hz. Peygamberden önce Arap yarımadasında kadının durumu yürekler acısıydı. Kadın, evlenme, aile kurma ve miras hukukundan mahrumdu. Fuhuş, alabildiğine yaygındı. Kız çocuğu ailede maddî bakımdan bir yük, mânevî yönden bir utanma vesilesi idi. Aile idaresinde sonsuz haklara sahip olan baba, kızını diri diri toprağa gömerek öldürmekte bir mahzur görmezdi. ( Şefik Can Mevlânâ hayatı fikirleri şahsiyeti. s.189.)
Yukarıda kısaca arz edildiği gibi, Tarih boyunca kadınlar haklarından mahrum edilmiş, hor ve hakir görülmüşlerdir. İslâmiyet'ten önce kadınlar insan sayılmıyor, bir eşya gibi alınıp satılıyorlardı. Kadını ilk defa toplum içindeki bu kötü durumundan kurtaran ve ona değer veren, mülkiyet hakkı tanıyan İslâmiyet olmuştur. Hz. Muhammed vedâ hutbesinde; "Ey insanlar, kadınlar hakkında Allah'tan korkun. Çünkü siz onları Allah emaneti olarak aldınız ve onları Allah'ın kelimesi ile kendinize helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır" buyurmuştur.
kaynak: http://akademik.semazen.net/author_article_print.php?id=1009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder