Bu Blogda Ara

28.12.08

Flamingo -anthurium- çiçeği ve bakımı





resimler benim güzel çiçeğimden, Bu aralar bahause yapı marketlerinde 22,5 ytl'den satılıyor. Hep almak istiyordunuz ve phalı geliyorsa şuanda tam zamanı. Ayrıca pembe ve beyaz olanlarıda varmış. Beyazını görmüştüm ama canlı olarak pembesini görmedim.
Genel Özellikler
Anavatanı Tropik ve Güney Amerika’da bulunan Kolombiya’dır. Evlerde iç mekan süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Yaprakları koyu yaşil renkte, belirgin damarlı, geniş ayalı ve uzun saplıdır. Çiçekleri büyük ve kırmızı, turuncu ve krem veya beyaz renkli olup, etli 8-15 cm genişlikte bir çiçek tablası yani spathe, kuyruğu andıran spadix ( üreme organı ) ve 40-70 cm uzunluğunda bir çiçek sapından oluşur.
Tabiatta yaklaşık 550 türü bulunan Flamingo çiçeğinin başka en önemli türleri, A.crystallinum ve A.scherzerianum’dur.

İklim İstekleri
Yaz aylarında gelişme döneminde 22-25 C, kış aylarında ise dinlenme döneminde 18-20 C sıcaklık ister. En düşük sıcaklığın 13 C olması gerekir. Ancak çiçek gelişmesi sürecinde en az 15 C sıcaklığa ihtiyaç duyar.
Optimum nem miktarı yaklaşık %80-90 olmalıdır. Aydınlık, yarı gölge ve gölge yerleri sever. Bitkinin yapraklarının yanması söz konusu olduğundan direkt olarak ışığın bitkinin üzerine gelmesi engellenmelidir.

Toprak İstekleri
Saksının 1/3’ü drenaj materyali ile doldurulur. Saksı harcı, hacim olarak 3 kısım turba toprağı, 1 kısım spahagnum yosununun karışımına, bir miktar tınlı toprak ve odun kömürü eklenmesiyle elde edilir.
Başka bir harç ise, 1 kısım çürümüş göknar veya kayın yaprağı, yarım kısım odun kömürü tozu ve yarım kısım kaba kumun karışımından oluşur.

Ekim ve Dikim
Flamingo çiçeğinin üretimi tohum ve ayırma yöntemi ile yapılmaktadır. A. Andreanum ve A. Crystallinum’un tohumları turba kompostuna Şubat ayının içerisinde ekimi yapılır.
Tohum ekiminde hacim olarak eşit miktarlarda orman toprağı, kum ve odun kömürü tozundan oluşan karışım da kullanılabilir.
Ekim kasalarının sıcaklığı ortalama 23, optimum nem miktarı ise %75-85 civarında olan yerlerde tutulup muhafaza edilmelidir.
Çıkan fideler Mart ayında seyreltme işlemi yapılır. Nisan ayında jiffy-potlara, ekim ayında ise fidanlar küçük saksılarda şaşırtılır. Tekrar Şubat ayına gelindiğinde 14 cm’lik büyük saksılara alınırlar.
Flamingo çiçeği tohum ekiminden 1,5 yıl sonra ilk çiçeklerini vermeye başlarlar. Anthurium’ların kökten ayırma yöntemi ile üretilmeleri Mart-Nisan aylarında yapılmaktadır. Bunun için yaşlı bitkiler saksılardan çıkartılarak köklerindeki harç temizlenir. Lifli kökler, her parça bir büyüme noktası (göz) içerecek biçimde ayrılarak taze büyüme kompostu doldurulmuş saksılara dikilirler. Kökten ayrılan yeni bitkiler 6-12 ay sonra çiçeklenmeye başlar. Bakımı
Her 3 yılda bir Mart-Nisan aylarında saksı değiştirmesi yapılmalıdır. Her defasında bitkinin biraz daha derinden ekilmesi gerektiği unutulmamalıdır.


Gübreleme
Nisan-Ağustos aylarında 15 günde bir kez 0.5 g/l kompoze gübre kullanılmalıdır. Aksi taktirde bitki besin ihtiyacını karşılayamaz. Madde eksiklikleri görülmesinden dolayı bitki zarar görür.

Sulama
Saksı toprağındaki sudan çok havadaki nemden yararlanan Antrhurium’lar, adventif kökleri ile su alabilen bir bitkidir. Dolayısıyla %85 ortalama nemin sürekli sağlanabilmesi için Ekim-Mart aylarında haftada 2-3 kez kireçsiz (yumuşak) klorsuz su ile sulanmalıdır.
Büyüme dönemi boyunca sulama miktarı bunun iki katına çıkar. Yani haftada 4-5 kez sulama ihtiyacı gösterir.
Sulama kireçli su ile yapılacak olursa toprağın pH’ı artacağı için yaprak uçlarında sararma ve kahverengi lekeler görülür.

Budama
Kuruyan ve çürüyen yapraklar dikkatlice kesilip uzaklaştırılmalıdır. Ancak kuruyan çiçeklerin kendiliğinden düşmesinin beklenmesi kesilme ile oluşacak yaradan daha iyidir. Öte yandan, bitki yeni gelişmelere özendirmek amacı ile 3-4 yaprağın bırakılıp, fazlasının alınması gerekmektedir.

kaynak:http://www.okuyucu.org/f215/flamingo-cicegi-anthurium-andreanum-39171/


Anthurium veya Türkçe adıyla Flamingo tropik bir saksı çiçeğidir.
Son derece zarif yaprakları ve çiçekleri olan bu bitki çok aydınlık ancak doğrudan yakıcı güneş almayan bir yere konmalıdır (kuzey pencerelerinde harika açıyor denedi ). Karanlıkta yaprak ve çiçekler küçülür, sonrasında çiçek açmayı keser. 18 -21°C ideal yetişme sıcaklığıdır. Salonda iklimlendirme varsa asla üzerine hava akımı gelecek şekilde fan ayarı yapılmamalıdır.Kışın da ısıtılan bir ortamda bulunmalıdır.

Dip sürgünlerinden ayırma ile üretilir.

Humuslu toprakları sever.Yani saksı değiştirirken toprağına torf ile birlikte artık piyasaya bol bulunan bio-humus türü
bir organik, pastörize ,kompost gübre konmalıdır.

İlkbahardan sonbahara dek piyasadaki bir salon bitkisi besini ile etiket talimatına göre düzenli besleyin.

Her zaman oda sıcaklığında su ile sulayın, saksı tabağında su bırakmayın. İki sulama arasında hafifçe hurumasına izin verin ama asla tamamen kurutmayın zarar görür.Çeşme sularındaki aşırı klor ve kireç yaprak uçlarında yanmaya sebep olur.İyi içme suyu veya çaydanlıkta arta kalan suyu bir kaç kez kaptan kaba aktarıp oksijenlendirdikten sonra kullanın. Kuru ortamda kireçsiz yapraklarına su püskürtün.

Aslında dayanıklı ve güçlü bir bitkidir, yerini, kabını, sizi severse çok uzun yıllar sizinle beraber olur.





çok daha geniş ve seri yetiştirme için bakınız : http://www.batem.gov.tr/urunler/sus_ve_tibbi/kesme/anthurium/anthurium.htm

ATATÜRK ÇİÇEĞİ – PONSETYA- ve BAKIMI


ATATÜRK ÇİÇEĞİ – PONSETYA (Euphorbia pulcherrima ) BAKIMI


Kış aylarında çiçekçi dükkanlarının vitrinlerini birbirinden güzel Atatürk çiçekleri süslemekte. Pembe beyaz, parlak kırmızı,sarı,hatta alacalı renkleri ile göz dolduran bu çiçekler genelde evlerimizde çok uzun ömürlü olmamakta. Oysa biraz özen ve ilgi ile bu güzel bitkiyi uzun uzun yaşatmak ve ertesi yıl yine açtırmak mümkün. Bu arada o parlak renkte çiçeklerinin, gerçek çiçek olmadığını da hemen belirtelim. Bunlar brakte denilen çiçek sapı yaprakçığıdır. Gerçek çiçekleri yeşilimsi sarı bir renktedir ve parlak, gösterişli renkli braktelerin ortasında olurlar. Atatürk çiçeği zehirli bir bitki değildir. Bu yüzden küçük çocuğunuz varsa endişe etmeniz gerekmez. Ancak öz suyu süt gibi bir yapıdadır. Bu süt dal kırıldığında elinize bulaşırsa ve bünyeniz allerjikse biraz kaşındırıp tahriş edebilir.

Evde nereye koyalım?
Atatürk çiçeği en iyi aydınlık, ancak doğrudan güneş almayan yerlerde yetişir. Günde en az 6 saat gün ışığı alması gelişimi için şarttır. Ancak doğrudan güneş ışığı bitkiye zarar verir . Eğer evde saksıyı koyacak başka yeriniz yoksa pencereye çekeceğiniz bir ince tül perde ile mutlaka güneş ışığı etkisini hafifletmelisiniz.

Sıcaklık nasıl olmalı?
Atatürk çiçeğinin parlak renkleri uzun sürsün isteniyorsanız gündüz sıcaklığının 21 derece üzerine çıkmamasına dikkat edin. Saksılar kalorifer peteği, klima, şömine ve sobalardan uzakta bulunmalıdır. Sıcak Atatürk çiçeğinizin çabuk bozulmasına sebep olur.

Ne kadar sulama ister?
Atatürk çiçekleri orta derecede nemli toprakları severler. Saksınızı toprak yüzeyi kuruduğu zaman sulayın. Saksıyı sularken çok önemli nokta tabakta su bırakmamaktır. Sakın su dolu bir tabakta saksıyı unutmayın. Atatürk çiçeğiniz hafif asidik ortamı seviyor, bu nedenle sulamada kireçsiz su kullanmanız daha verimli olacaktır.

Gübreleme yapalım mı?
Bitkinizi bu mevsimde çiçekli olarak satın aldıysanız aslında gübrelemenize gerek yok. Ancak haftada bir çiçekli bitkiler için sıvı besinle beslersiniz güzel rengini daha uzun süre korur.

Dışarıya mı koysak?
Atatürk çiçekleri dona ve yağmura hassastır, bu yüzden sert iklimli bir yerde oturuyorsanız kış aylarında çiçeğinizi dışarıya çıkarmayın. Yumuşak iklimli bir yerdeyseniz ve gece sıcaklıklarınız genelde 7 derecenin altına düşmüyorsa saksınızı gönül rahatlığıyla dışarıya koyunuz. Ancak yağmurdan ve rüzgardan korunduğuna emin olmanız gerek.

Budama gerekecek mi?
Renkli yapraklar bir süre sonra bozulmaya başlayacak, dallar boylanacak, yapraksızlaşacak. Sakın endişelenmeyin. Bitkinizin uzayan dallarını mart ayı sonunda 15 cm’ den budayın. Mayıs sonuna kadar yeni sürgünler verecektir. Bu sürgünler gelişince temmuz ayı gibi uçlarından 5 cm den yeniden budayın ki dallansın. Ağustos sonuna kadar dallı,dolgun ve formlu bir bitki elde etmek için uç almaya devam edebilirsiniz .

Budadığım dallardan çelik alabilir miyim?
Evet alabilirsiniz, ancak çelikleri temmuz - ağustos ayında sabah erken saatte alın. Yeni sürgünler 20-25 cm boyuna gelince, dalın ucundan 10-15 cm’ lik kısmını boğum arasından kesin. En alttaki yaprakları kesip uzaklaştırın.Toz köklendirme hormonuna batırın, perlit veya kuma dikin ılık ve nemli tutun. Üzerini bir naylonla kapayın ancak havalandırmaya dikkat edin. 3-4 hafta sonra köklenen çelikleri saksılara alın. Ancak köklerinin hassas olduğunu unutmayın, bu yüzden özenli olun.

Saksı değiştirelim mi?
Şubat sonu gibi daha büyük bir saksıya alın. Saksı harcı olarak 2 ölçü bahçe toprağı, 1 ölçü torf (bulabilirseniz Sphagnum torfu), 1 kısım da perlit- pomza veya dişli dere kumu koyun.

Yazın çiçeğimize nasıl bakalım ?
İlkbaharda gece sıcaklığı 7-10 derece olduğunda artık saksınızı dışarıya alın. Toprak nemli olacak şekilde sulamayı sürdürün. Sonbahara kadar dengeli bir gübre ile (NPK oranları aynı) haftada bir gübrelemeye devam edin. Haziranda, eğer çok gelişmişlerse bir büyük saksıya daha alabilirsiniz veya bahçeniz aydınlık ama güneşsiz, toprağı da organik maddece zengin ve süzek ise bahçeye de dikebilirsiniz.

Yeniden nasıl çiçek açtıracağım?
Atatürk çiçeği fotoperiyodik bir bitkidir. Yani gün uzunluğuna hassastır. Kısa gün bitkisidir. Bitkiniz doğal olarak kasım veya aralıkta tomurcuklanacaktır. Ancak siz daha erken açtırmak için eylül ayından başlayarak 14 saat bitkiyi tam karartmalısınız. Üzerine siyah bir poşet geçirerek bunu yapabilirsiniz. Yalnız bu karartmalar sırasında gece sıcaklığı da 15-16 derece civarında olmalı.
Bunları yapmak zor, benimki kendi kendine açsın diyorsanız bekleyin. Dediğimiz gibi, uzun geceler kısa günler başlayınca bitkiniz kendi kendisine açacak. Ancak bu dönemde onu tam karanlık bir odada tutmayı unutmayın. Gündüzleri de çok aydınlık bir yere almalısınız.


Çiçekçilerde genelde kırmızı yaprakalı olanlarını görürüz ama farklı rekte olanlarıda var. Bir sitede yazar eminönündeki çiçekçilerden pembesinin resmini çektiğini söylüyordu. İşte birbirinden güzel Atatürk çiçekleri



19.12.08

Çayınız Kaç Kitapla Olsun

Cağaloğlunun Yeni Kültür Durağı; Sultanahmet'e komşu, kitaba merkez.


Öyle bir mekân hayal edin ki...


  • Orada sadece çevrilen sayfaların ruha huzur veren sesi duyulsun...
  • Güncelin tuzağına düşülmeden ortaya konulmuş; fakat gündemide ıskalamayan eserler bulunsun...
  • Raflardaki kitapların yazarları ile gün gelip bir imza gününde bazen de bir masa etrafında kültür üzerine sohbet edilsin...
  • Evinizi aratmayan huzur ve güven atmosferi ile aileninizin yeni ziyarte mekânı olsun...
  • Çocuklarda bu mekânda unutulmamış olsun. Bir yandan kendileri için yazılmış kitapları okusunlar; diğer yandan sesli ve görüntülü yayınlarla eğitimin eğlenceli yönünü keşfetsinler...
  • Orada, teknolojinin imkânları önünüze serilmiş olsun... İnternetle, bilgi ve kültüre bağlanın...
  • Bulunduğu mekânın tarihî dokusuyla özdeşlenen ve kolay ulaşım imkânı ile bilgi ve kültürün tam merkezi olsun...

Kısacası Kaynak Kültür Merkezi Olsun.

Çayınız Kaç Kitapla Olsun sloganı ile hazırlanmış yukarıdaki cümleleri içeren broşür elime geçtiğinde evet dedim ne kadar güzel bir kavram. Kitapla yaşamayı unutmuş yeni neslimiz için ne kadar güzel düşünülmüş.

Kendi sitesinden kaynak kültür merkezi hakkında :

BİR TATLI HUZUR ALMAYA BUYRUN - GELİN-


İstanbul gibi büyük şehirlerde çocuklarınızla, eşinizle ailece gidip gezip dinleneceğiniz nezih mekânlar zamanla bir ihtiyaç halini alıyor. Şehrin ve iş hayatının stresinden uzak zamanlar, bizi dinlendirip çalışma isteğimizi de artırıyor. Sosyologlar büyük şehirlerin kalabalığının ve iş hayatının stresinin insanların ailece güzel zaman geçireceği mekânlara ihtiyaçlarını hızla artırdığını ve bu alanda ciddi gelişmeler yaşanacağını söylüyorlar. Bu düşünceden hareketle insanımızın kültürel ihtiyaçlarına, millî manevî ve ahlakî bilgi ihtiyacına en güzel şekilde cevap vermeye çalışan Kaynak Kültür Yayınları sizler için ailenizle birlikte gelebileceğiniz bir taraftan kahvenizi meşrubatınızı yudumlarken bir taraftan da kitap okuyabileceğiniz sesli yayın dinleyip filmler seyredebileceğiniz güzel bir mekân hazırladı:

Önce Çocuklar : Kaynak Kültür Yayınlarının ailenize hitap eden bu tesisi çocuklarınıza öncelik tanıyor. Siz kitap okuyup cd, izlerken çocuklarınız oyun mekânlarında hoşça vakit geçirecek yaş gruplarına uygun kitapları tanıma fırsatı bulacak. Çocuklarımızın kitap okuyan bilgili ve görgülü insanlar olarak yetişmeleri için böyle nezih ortamları çocukken solumaları elbete çok önemlidir. Yayın evimiz çocukların seveceği onların zevkine göre dizayn edilen oyun mekânlarında eğitici öğretici film izleyebilecekleri, kukla, Karagöz Hacivat oyunları seyredebilecekleri mekânları yavrularınz için hazırladı. Onlar bu mekânlarda masal dinlerken oyun oynarken, soğuk sandviçlerini yiyip meşrubatlarını içerken sizler de arkadaşlarınızla ve kitaplarla sohbet imkânı bulacak huzur dolu bir gün geçirebileceksiniz.

Kültüre ve Eğitime Destek : Yayınevinin öncelik tanıdığı yarınımızın güvencesi gençler için de her şey düşünüldü.İlköğretimden üniversiteye kadar her yaş grubundan öğrenci burada aradığı kültürel ortamı bulacak. Gençler bir taftan bilgisayar ve internet imkanıyla ödevlerini ve araştırmalarını burada yapabilecek bir taraftan da en son çıkan kitaplarla burada tanışabilecek. Gençler, sigara dumanından, gürültüden uzak bir ortamda kitap okumanın ve aynı zamanda çay , nescafe ve diğer meşrubatlardan yudumlamanın keyfini yaşayacak.Bu güzel mekân öğrencilere hitap ettiği gibi herkese hitap ediyor ;fakat özellikle kitapseverlere, kitapkurtlarına. Bu nezih ortam genç nesilleri aydınlatmakla görevli eğitimcilerimizin kitaplara ulaşması için de bulunmaz bir fırsat.

Yazarlarla Sohbet: Yayınevimiz bu güzel kitap kafe'de sizlerden gelen istekler doğrultusunda yazarlarla sizleri tanıştırmak onlarla sohbet etme imkânını sağlamak, sorularınızın cevaplandığı mülakatlar düzenleyerek kültür hayatımızın önemli öğesi olan şifahi kültüre de katkıda bulunmak istiyor. Bayanlara yönelik aileyla ilgili sorularınızı en yetkili yazarlara bu mekânda sorabilecek merak ettiğiniz sorularınızın cevaplarını bu mekanda bulacaksınız.Çocuk eğitimiyle , ailelerde yaşanan problemlerin çözümüyle ilgili sorularınızın cevaplarını tanınmış yazarlarımızdan duyacak daha huzurlu bir ailenin yol haritasını bu kültür yuvasında edineceksiniz.

İstanbul'da Yeni Bir Mekân: Örneklerini hep Batıdan verdiğimiz bizde olmadığı için üzüldüğümüz bir imkânı yayınevimiz sizlerin istifadesine sunuyor. Artık sizler de ailenizle birlikte bir kültür mekânını gezebilecek kitaplarla ve sesli görüntülü yayınlarla tanışacak bir mekâna sahipsiniz. İstanbul'a gelen yakınlarınıza bu güzel şehrin tarihî mekânlarını gezdirirken İstanbulumuzda böyle seçkin bir kültür ortamı da var deyip bu güzel mekânı da akrabalarınıza, arkadaşlarınıza tanıtmanızı ve burada bir kahve içerken kitapların huzur dünyasında soluklanmanızı tavsiye ediyoruz. İnanın bu mekân arkadaşlarınızın zihninde yer edecek; inanıyoruz ki birkaç yıl içinde İstanbul'dan gelen yakınlarına kültürlü insanlar şu soruyu da soracaktır: Kaynak Kültür Yayınlarının Cağaloğlu'ndaki kitap-kafe'sine uğradın mı?

Yabancı Dillerde Yayınlar: Yabancı dilde eser okumak ve dildeki seviyesini artırmak isteyenler için bu güzel ortam bulunmaz bir fırsat. Sizler güzel ülkemizin millî, tarihî, kültürel ve moral değerlerini paylaşmak istediğiniz yabancı dostlarınıza buradan seçkin eserler bulabilir onlara bu güzel mekânda bir Türk kahvesiyle kendi kültürümüzü tanıtabilirsiniz.

Kitaplara Aracısız Ulaşın: Cağaloğlu'ndaki bu farklı mekânda türlerine ve konularına göre raflarda yerini alan kitaplara kimseye danışmadan kendiniz ulaşacaksınız. Beğendiğiniz aradığınız kitabı raftan alıp birkaç metre ilerinizdeki masanızda yerinizi alıp kendinize bir kahve ısmarlayıp elinizdeki kitabın sayfalarını çevirmeye başlayabilirsiniz.

kroki:

5.12.08

Ara Sıra / Elif Şebnem Akal

ARA SIRA

Yalnızlığa dayanırım da, birbaşınalığa asla..
Yaşlanmak hoş değil duvarlara baka baka..
Bir dost göz arayışıyla.
Saat tıkırtısıyla.....

Korkmam
Geçinip gideriz biz mutluluğumla,
ama
'Günün aydın, akşamın iyi olsun' diyen biri olmalı..
Bir telefon sesi çalmalı arasıra kulağımda...
yoksa
Zor değil, hiç zor değil,
demli çayı bardakta
karıştırıp bir başına
yudumlamak doyasıya....
Ama
'çaya kaç şeker alırsın? '
Diye soran bir ses
olmalı ya ara sıra......

22.11.2002
not: internette Can Yücel imzası ile dolaşan bu şiirin hakkını sahibine teslim etmek gerekir. Teşekkürler Elif Şebnem Akal.
Bu şiirin hikayesi:
Tarih: 22.11.2002; Doğum günüm.
Ellerimden kayıp giden bir yılın daha hüznüyle, yaşlanma korkusuyla, o güne özel hiç susmayan tebrik telefonlarının verdiği buruk hazla, bir buçuk sayfa post-it’ e karalanmış bir şiirin de doğum günü oldu o gün. Ara Sıra...

11.11.08

Sivilce tedavisi - Numis med


sivilceler konusunda ciddi sorunlar yaşayan biri olarak en son kullandığım ürünü sizlerle paylaşmak istiyorum.
ürünü Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi cildiye konusunda oldukça tanınmış doktoru Dr. Sarkis BARIŞ tavsiye etti.

bende çok memnunum, yüzünüzü kurutmuyor, iyi de temizliyor. fiyatı da öyle çok pahalı değil.

sağlıklı günler ...




fıskıye kayık / fountain boat


gerçekten güzel, sanat eseri olmayı hak ediyor. Hem görsellik olarak hem orjinallik olarak.

24.10.08

Bağlanmayacaksın Bir Şeye, Öyle Körü Körüne

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam.” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.

Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
Senin onu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim.” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasın istiyorsan birşeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, yada pembeye.
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden, Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi, Hem
de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın. Ucundan tutarak…

11.10.08

Yedikule Zindanları / Hisarları






bu tarihi mekan, rehber eşliğinde gezdirilmeli ve herbir kulenin kullanım amaçları anlatılmalı. çok daha kapsamlı bir broşür hazırlanmalı. sitede kuleler hakkında birsürü şey yazılımış ama oraya gittiğinizde verilen broşürde hiç bir şey yok. sadece 4 duvarı geziyor ve tahminler yapıyor çıkıyorsunuz. aşağıdaki zindan ve kuleleri hakkında bilgiler var. Gezilip görülmesini şiddetle tavsiye ediyorum. Tabi öncesinde mekan ile ilgili bilgi toplamakta fayda var.

zindanlar için aşağıdaki yoruma katılmamak elde değil...
"Kulelerin dipleri güvercin pisliklerinden temizlense, içerisinin havalanması için iyi bir sistem kurulsa, iç duvarlara zamane hisar resimleri asılsa, fonda hoş bir müzik olsa. Ya da Genç Osman Kulesi'nin loş koridorlarından yukarı tırmanırken kulenin hikayesini, kimlere ev sahipliği yaptığını, kimlere mezar olduğunu anlatan bir ses yayını yapılsa. Koridorlarda bir zamanlar hayvan barınağı olduğunun kalıntıları samanlar temizlense.. Hisarın iç kısmından sahne platformu kaldırılsa, bu alan yeşillendirilse, yine eskisi gibi ağaçlar olsa etrafta ve küçük de bir kahve yapılsa minarenin yanıbaşına, insanlar çaylarını içerken, şehrin gürültüsünü kesen surların içinde huzur bulsa.. Hayal işte.. " http://gezimanya.blogcu.com/yedikule-zindanlari_2899928.html

Yedikule Hisarları/Zindanları


Yedikule Hisarları, İstanbul'un en önemli açık hava müzelerinden birisidir. İmparator I. Theodosius'un (390) emriyle bir zafer takı olarak yapılan ünlü Altın Kapı (Porta Aurea), II. Theodosius (403–450) tarafından valisi Anthemiusa yaptırılan şehir surlarıyla birleştirilmiştir.
Altın Kapı'nın bir bütün olarak mermer kuleler ile birlikte II.Theodosius (413) döneminde yaptırıldığı da iddia edilmektedir.

Altın Kapı, o dönemde seferlerden dönen nice imparatorların törenlerle şehre ihtişamla girdikleri Bizans'ın en önemli giriş kapısıydı.

1453 Mayısında İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed (1432–1481) tarafından fethinden 4 yıl sonra ilave edilen üç kule ile surlar birleştirilerek beş köşeli, yıldız şeklinde bir iç kale (garnizon) meydana getirilmiştir. Böylece Bizans ve Osmanlı çağı yapıları bütünleştirilmiştir.

Fetihten sonra Sırbistan seferi için Üsküp'e giden Fatih Sultan Mehmed, şehrin tanzim ve tamiri ile birlikte Yedikule Hisarlarını yapımını İstanbul su başısı “Karıştıran Mustafa” Beye havale etmiştir.

Hisarlar Osmanlı İmparatorluğu döneminde devlet hapishanesi olarak kullanılmasının yanında, Osmanlı'nın ilk hazinesi (hazine-i humayun) ve değerli evraklarına da ev sahipliği yapmıştır. O dönemde Hisardaki garnizonda bir kale muhafızı, altı subay, elli asker ve bunlara ait ev, barınak, depolar… bulunmakta idi. Avludaki küçük mescit 1887 yılına kadar ayakta kalmayı başarmıştır.

Yedikule Hisarları, burada hapsedilen esirlerden dolayı ayrıca Yedikule Zindanları olarak ta bilinmektedir. Nice depremler, savaşlar, yangınlar gören Yedikule Hisarları en son 1958–1970 yılları arasında ülkemizin ilk kadın mimarlarından Yüksek Mimar Cahide Tamer öncülüğünde yapılan detaylı restorasyon çalışmalarından sonra bugünkü halini almıştır.

Yedikule Zindanlarında Önemli Tarihi Yerler:









Büyük Altın Kapı
Bir iddiaya göre Altın Kapı barbar “Klemens Maximi” yenen I.Theodoisius zamanında yaklaşık 390 yılında bir Zafer Takı olarak yapılmıştır. Daha sonra II.Theodosius (413) şehir surlarını Altın Kapı'ya kadar uzattırmış ve Altın Kapı'nın sağ ve sol tarafına eklettiği mermer kuleler (Güney Pylon, Kuzey Pylon) ile birleştirmiştir. Diğer bir iddiaya göre ise Altın Kapı, II.Theodosius'un barbar Johannes Primikerios yenmesi şerefine yanlarındaki iki mermer kuleler ile birlikte (Güney Pylon, Kuzey Pylon) bir bütün olarak 425 -430 yılları arasında inşa edilmiş ve 447'de Küçük Altın Kapı (Propile) yapının dış kısmına ilave edilmiştir.

Marmara adasından getirilen mermerlerle inşa edilen Altın Kapı'nın sağ ve sol tarafındaki kuleler (Güney Pylon, Kuzey Pylon) İmparator II.Theodisius'un becerikli valisi Anthemius tarafından yaptırılan şehir surlarıyla birleştirilmiştir. Altın Kapı, altın süslemelerinden dolayı “Yaldızlı Kapı” olarak da bilinirdi. Bir zamanlar Altın Kapı'nın üzerinde çift başlı Bizans Kartalı kabartması, zafer tanrıçası Nike'nin ve fil koşumlu bir araba heykelin yer aldığı söylenir. Leo I (457), Basiliseus (476), Phocas (602), Ermenistanlı Leo (813), Nicephorus Phocas (963) gibi büyük imparatorlardan bazıları kendilerini taht, şan ve şöhrete götüren yola Altın Kapı'dan törenlerle geçerek girmişlerdi.

I.Theodoisius zamanında yaklaşık 390 yılında bir Zafer Takı olarak yapılmıştır.

Küçük Altın Kapı

Küçük Altın Kapı, şehrin denize açılan en önemli girişlerinden biri olan Altın Kapı'nın ön tarafında sur ve hendek arasına savunma amaçlı olarak 447 tarihinde inşa edilmiştir. Küçük Altın Kapının dışında daha Bizans döneminde kullanımdan kaldırılan bir köprüsü bulunuyordu. O dönemde Küçük Altın Kapı'nın dış cephesinde, mermer kornişlerle çerçevelenmiş panolarda güzel rolyefler, ve mermer heykeller bulunuyordu. Vaktiyle iki yanında kare planlı iki küçük kule bulunduğu bu gün hala göze çarpan kalıntılardan anlaşılmaktadır. 1838 yılında dış kapının üst bölümüne II.Mahmud'un arması ve tuğrasının nakşedildiği mermer bir kitabe konulmuştu. Diğer bütün sanat eserleri gibi bu tuğrada bugün yerinde değildir.

(Güney Pylon) Genç Osman Kulesi

Osmanlı ve Bizans döneminde de zindan olarak kullanılan bu kule Reformcu Osmanlı Padişahı II. Osman'ın (Genç Osman) 1822'de trajik sonuna sahne olan mekândır. Kulenin girişindeki alanda mahkûmların yattığı ranzalar, duvarlara kazıdıkları yazılar ve ünlü “Kanlı Kuyu” görülebilir. Genç Osman ile aynı kaderi paylaşan yeni camii imamının el yazısı bunlardan biridir. Genç Osman'ın katledildiği oda ikinci kattadır. (Kuzey Pylon) Cephanelik Kulesi

Bizans döneminde askeri mühimmatların bulunduğu kuledir. Fetihten sonrada Osmanlı döneminde de aynı şekilde kullanılmıştır.Kulenin içinde kirişlerle tutturulmuş ahşap katlar hala görülebilir. Cephanelik Kulesi, Bizans ve Osmanlı döneminde, diğer kuleler gibi zindan olarak kullanılmıştır.

III.Ahmed Kulesi

Asıl adı Pastroma Kulesi olan ve Bizans döneminde dört köşeli bir nöbet kulesi olan bu kule 18. YY ‘da depremler ile yıkılmıştır. İstanbul'un fethinden sonra Sultan III. Ahmet (1673–1736) tarafından sekiz köşeli olarak yapımına başlanmış ve Sultan III. Osman (1699–1757) döneminde tamamlanmıştır. 1722 senelerinde Mutfak Emini Halil Efendinin 220.048._ kuruşa, Yalı köşkünden Eğri kapıya ve Ahır Kapı'dan Yedikule'ye kadar yaptırdığı tamirat çalışmaları sırasında bu kulenin yaptırıldığına dair bilgi bulunmaktadır. Kulenin sokağa bakan dış yüzeyinde ise mermer bir levha üzerinde “Maşallahı ta'ala”) (hicri 1168) (yüce Allah'ın izniyle)yazmaktadır.

Hazine Kulesi

Fetihten sonra Osmanlı'nın ilk hazinesi ve değerli evraklarının saklandığı bu kule için; Kanuni Sultan Süleyman'ın (1495–1566) Vezir-i Azamı İbrahim Paşa Avusturya elçisine ‘Orası Altın ile dolu' demiştir. Sultan III. Murat'ın (1546–1595) hazineyi saraya nakletmesine kadar Yedikule ‘ Hazine' görevini yapmıştır. Bu kulenin tepesinde resimde görüldüğü gibi görkemli bir bayrak direği bulunan çok zarif bir köşk bulunuyordu. 1748 Büyük İstanbul Yangınında tamamen yanmış I.Abdülhamit zamanında 1775'te yeniden yaptırılmıştır. O dönemde bu köşk “Yanan Kasır” olarak anılıyordu. Kule'nin zemin katında bir zamanlar kullanılan 14 adet abdesthane bulunmaktaydı. Ayrıca kule'nin üst katında küçük bir şömineli oda ve yanında da o döneme ait bir tuvalet bulunmaktadır.

Kitabeler (Zindan) Kulesi

Yedikule Hisarı Devlet hapishanesi olduğu dönemde mahkûmlar tarafından zindan girişine kazılan kitabelerden adını alan bu kule de soylu esirler, krallar, vezirler ve elçiler, 1768 yılına kadar bu kulede yatmaktaydı. Daha sonra padişahtan aldıkları bir izinle kale içinde bulunan evlerde tutsaklıkları devam etmiştir.Giriş kısmındaki listede burada yatanların adları, neden burada bulundukları ve akıbetlerini yazmaktadır.Kulenin ortasında ünlü ‘Yılanlı Kuyu' vardır. Alt kattan çıkarken 40-45inci basamaklar arasında karşılıklı bir şekilde bulunan Bizans dönemine ait mermerden yapılmış, iki adet kuş rölyefleri bulunmaktadır.

Bu kule'nin içindeki ahşap katlar Büyük İstanbul Yangınında yanmıştır.(1748)

Top Kulesi

Bu kulede diğer kuleler gibi değişik dönemlerde zindan olarak kullanılmıştır. Bu kulenin içindeki ahşap katlarda Büyük İstanbul Yangınında yanmıştır.

(Trimphalis Caddesi ) Fatih Yolu

Seferlerden dönen imparatorların şehre törenler ile ihtişam içinde girdiği tarihi caddedir. O dönemde şehrin en büyük caddesi olan ‘Messe'ye' ve dolayısıyla da balkanlardan gelen Roma yoluna bağlanırdı. Fetihten sonra (1453) Fatih yolu olarak ta anılmaktaydı.Yol kenarlarında görülen büyük gülleler Fatih döneminde konulmuştur.

Mescid ve Çeşme

İstanbul'un en eski camilerinden biri olan bu küçük mescit, Fatih Sultan Mehmet tarafından hisarların inşası (1458) sırasında yaptırılmıştır.

O dönemde Ayasofya Vakfı tarafından idare edilen mescit'in bir imamı ve sekiz din görevlisi bulunmaktaydı.Dört köşe bir mekan üzerine, çift meyilli, ahşap çatılı ve tek minareli zarif bir yapısı olan küçük mescit “cami biderun-u kule-i left” olarak anılırdı.

1873'de Rusya harbi sırasında fişek imalathanesi, daha sonrada eşya deposu olarak kullanılmıştır. 1887 yılında harabeye dönüşen mescit Tophane-i Amire idaresi tarafından yıktırılmıştır enkazı az bir paraya semt esnafından Akif Ağa'ya satılmıştır. Zemininden çıkan 13 metre uzunluğundaki çok sağlam meşe döşemeleri Mescit'in boyutları hakkında bilgi vermektedir. Mescit'in yanında bulunan çeşmeden, Halkalı suyunun akmasından dolayı bu çeşmenin Kanun Sultan Süleyman döneminden yapıldığı anlaşılmaktadır.

Tarihi Su Kuyusu

İstanbul'un 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet Han (1432–1481) tarafından fethinden 4 yıl sonra yaptırılan burçlar ile iç kale olan Yedikule Hisarlarının su ihtiyacı çapı 6 metre olan ve içeriden 3 yöne ayrılan bu tarihi kuyudan karşılanırdı. O dönemde üzerindeki çıkrıktan atlar yardımı ile su çekilirdi. Kuyu bu gün hala kullanılmaktadır.

Bayrak Kulesi

Yedikule hisarlarının kara tarafındaki tek giriş kapısının üzerinde bulunan dörtgen kule, Bayrak Kulesidir. Kapının girişindeki sağ ve sol taraftaki kemerli tavana sahip odalar o dönemde kapı muhafızlarının odaları idi. Bu kulede Osmanlı'nın sancağı dalgalanır, Yeniçeri askerleri nöbet tutarlardı. Kapı kemerinin üzerinde bulunan dört köşe kitabe yeri boş bırakılmıştır.Vaktiyle yukarıya makaralar ile kaldırılıp indirilen tek parça halinde bir ön kapı bulunmaktaydı. Bu kapılar hisarlarla birlikte yapılmıştır.

Korkuluk Zinciri

Sultan IV. Murat'ın Revan seferine çıktığı sırada İstanbul'a kaymakam bırakılan Amasyalı Bayram Paşa 1635 tarihinde İstanbul surlarını tamir ettirdiği sırada bu korkuluk zincirini de buraya koydurtmuştur.

Kanlı Kuyu

Bizans ve Osmanlı döneminde idama mahkum olan suçluların kesilen kafaları o dönemde denize ulaşan dipten güney ve batı yönünde iki tüneli olan bu tarihi kuyuya atılıyordu. Kuyunun arkasında bulunan İşkence Tahtasında görülen delikler Balkan harbi ve İstanbul'un işgali sırasında Yedikule'ye yerleşen yabancı askerlerden kalma kurşun delikleridir.

Güneş Saati ve Kartal Figürü

Bizans devrine ait bu güneş saati, duvar üzerine boya ile yapılmıştı. O dönemde kadranının üzerinde Grek harfleriyle solda (Porta), sağda (Amen) yazısının bulunduğu belirtilse bile silinmiştir. Aynı döneme ait Kartal Figürü pylonun üst uç köşesindedir.

Yedikule zindanlarına nasıl giderim

En kolay gidiş yolu banliyo ile yedikule durağında inmek. Başka alternatiflerde var tabi.

Sahil yolu üzerinde; Eminönü istikametinden Bakırköy istikametine doğru giderken surların bittiği noktada Topkapı kavşağından Topkapı istikametine saptıktan 100metre sonra yolun sağında Yedikule Kapısı girişini göreceksiniz.

E-5 karayolu üzerinde Mecidiyeköy - Atatürk Hava Alanı istikametindeki Topkapı çıkışından çıkarak sahil yolu'nu veya Abdi İpekçi Spor Salonu işaretçilerini takip ederek de ulaşabilirsiniz. Yedikule Kapısı girişi yolun sol tarafındadır.

Toplu Taşıma:

Eminönü'nden 80 Eminönü - Yedikule ve 81 Eminönü – Yeşilköy, Taksim'den 80 T Taksim – Yedikule hatlı otobüslerle ulaşım mümkündür.

Ayrıca Sirkeci Garı'ndan banliyö treni ile ve Aksaray'dan taksi dolmuş ile Yedikule Zindanları'na ulaşılabilirsiniz.

Taksim, Eminönü gibi merkezlerden Taksi ile yaklaşık 8-9 YTL taksimetre ücretine tekabül ettiği tahmin edilmektedir.

Ayrıca Kadıköy - Yenikapı, Bostancı - Yenikapı, Kadıköy - Bakırköy, Bostancı - Bakırköy deniz otobüsü seferleriyle de ulaşım sağlayabilirsiniz.

Yenikapı deniz otobüsleri terminalinden Yedikule Zindanları arası taksi ile yaklaşık 5-6 YTL, Bakırköy deniz otobüsleri terminalinden Yedikule Zindanları 4-5 YTL ye tekabül etmektedir.

kaynak : http://www.yedikulezindanlari.com/

9.10.08

Sağlık Olsun / Can Yücel

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama
Yarım saat erkene kurulsun saatin
Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..

Pencerini aç, yağmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin
Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin
Geceden hazır olsun, yarın ne giyeceğin
Ona harcayacağın vakitte bir dilim ekmek kızart
Çek kızarmış ekmek kokusunu içine
Bak güzelim kahvaltının keyfine..

Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,
Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin
Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile
Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,
Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,
Ohhh şöyle bir hafifle
Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de
Hiç işin olmasada öğle üzeri dışarı çık
Yağmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soğuksa
Yürü, yürürken sağa sola bak, öylesine değil, görerek bak
Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanağından makas al..

Sonra, şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,
Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,
Hani kapını kimsenin çalmadığı günlerde kimler kapını tıklattı?
Ne kadar uzun zamandır aramadın onları değil mi?
Hadi hemen uğrayabilirsen uğra, arayabilirsen ara
Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye değil, kucaklar gibi sor..
Bu sadece onların değil, senin de yüreğini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..

Günün güzeldi değil mi? Akşamın da güzel olsun..
Yemeğin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..
Saklama tabakları, bardakları misafire
Sizden ala misafir mi var bu dünyada
Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele değil, vazife yapar gibi hiç değil,
Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,
Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..

Gece evinde, dostların olsun
Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun..
Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?

Ama en önce ve illa ki sağlık olsun!

Kaynak: E-postalarda dolaşan bu şiirin Can Yücel 'e ait olduğu söyleniyor. Ne kadar doğru bilemiyorum.

25.9.08

5 YAŞINDAKİ ÇOCUĞUN GÖZÜYLE RAMAZAN

Bugün evde bir acayiplik var. Herkes sessizce işine okuluna gidiyor. Annem 'Zeynep hadi sana kahvaltı hazırlayalım' dedi. Kimse yemek yemiyor, su içmiyor. Ablam bile!

Ramazan 5

Önce diyet yaptıklarını sanmıştım. İzledim hepsini. Akşama doğru hepsi sessizleşiyor. Sofrayı hazırlayıp ezanı bekliyorlar. Onları böyle seyretmek, öyle hoş ki… Başka zaman, susmak bilmeyen ablamın bu hali içten içe güldürüyor beni. Ama gülmeye cesaretim yok.


Ramazan 9

Niye böyle yapıyorlar? Ablama sordum, 'büyüyünce anlarsın' dedi. Zaten başka ne der ki… Anneme sordum, Ramazan dedi. Babama sordum, Oruç dedi.


Ramazan 11

Bu Ramazan ve Oruç isimli iki kişi, bizimkilere yeme-içme yasağı koymuş demek. Arkadaşım Fatma'ya sordum. Onun ailesi de gündüzleri yemek yemiyor su içmiyormuş.

Ramazan 14

Kaşık çatal sesleri, konuşmalar duydum. Uyandım. Babama haber vermeye koştum, yatağında yok! Çaresiz, huysuz ablamın odasına koştum. O da yok! Korkmadım, 'ben bu hırsızların hakkından gelirim' dedim. Aldım elime paspasın sapını, aniden açtım mutfak kapısını.
Sopamı havaya kaldırdım öylece kaldım oracıkta.
Bizimkiler yemek yiyorlar! Vay uyanıklar. Gündüz Oruç ile Ramazan'dan korkup gece yiyorlar.
Bir de üstüme gülüyorlar…
Korkaklar.

Ramazan 17

Önceleri, Oruç ile Ramazan'ı bulup şikâyet etmeyi düşündüm. Fakat ablamın yemek yemedikçe pamuk gibi yumuşadığını fark ettim. Babam ile Annem de artık tartışmıyorlar.
O zaman devam. Belli ki Oruç ve Ramazan iyi kalpli iki amca.

Ramazan 19

Her gün bize beyaz başörtülü teyzeler geliyor. Oturup birlikte Kur'an okuyorlar. Her zaman ki gibi mobilyadan, gelinden, kaynanadan, konuşmuyorlar. Ellerini açıp herkese dua ediyorlar. Sevim teyze de başını örtmüş. Çok da yakışmış


Ramazan 22

Her şey aynen devam ediyor. Televizyonlar bile uslu uslu konuşuyor. Hepsi akşam ezan okuyor. İftar iftar deyip bütün şehir birden yemeğe başlıyor. Ne hoş.

Ramazan 24

Oruç'u merak ediyorum. Geçen gün Ayşe teyzem annemle konuşuyorlardı. Şöyle şöyle yaparsam Oruç bozulur mu? Yok, böyle olursa Oruç kaçar mı? Demek ki Oruç, çok duygulu birisi. İnsanlar kötü bir şey yapınca bozuluyor. Kötülüğü gördüğü yerden kaçıyor.
Oruç'u ve Ramazan'ı artık iyice merak ediyorum. Onlarla tanışmaya can atıyorum.


Ramazan 25

Bu günlerde herkes Kadir gecesinden bahsediyor şimdiye kadar, gecesi olan bir adam göremedim. Bu Kadir de kim? Bin aydan hayırlı gecesi varmış. O gece uyumamak, namaz kılmak, Kur'an okumak önemliymiş.


Ramazan 26

İftarı çok sevdim. Akşam yemek yemeye İftar diyorlar. Gece yemek yemenin adı da Sahur. İftar sonrası eğlenceler oluyor. Babam camilere götürüyor bizi. Herkes sokaklarda, camide, neşe içinde.


Ramazan 28

Merak içinde beklerken uyuyakaldım. Kadir, gecesiyle beraber gelmiş gitmiş. Ben göremedim. Anlayamıyorum. Bu yüzden ağabeyimi çok özlüyorum. Ablama soru sormaya kalksam, bana doya doya gülüyor. Sonra da arkadaşlarına anlatıyor, birlikte gülüyorlar. Sinir oluyorum.
Abim uzak bir şehirde üniversitede okuyor. 'Abim ne zaman geliyor?' diye anneme soruyorum. 'Bayram gelsin, onda gelecek' diyor. Oruç, Ramazan, gece gelen Kadir'den sonra şimdi de Bayram!..
Soramıyorum 'Bayram kim?' diye. Neden o gelmeden abim gelemiyor? Belki de ağabeyimin arkadaşıdır. Çok özledim abimi. Bayram'ı da alsın gelsin tanışalım.




Ramazan 29 / Arefe

O kadar erkek isminden sonra bugün nihayet bir bir hanım ismi duyabildim. Arife diyemiyorlar mı ne? Arefe diyorlar. Niye Arefe? 'Arife' olması gerekmiyor mu? Yengemin adı gibi yani… 'Arefe geliyor, daha temizliği bitirmedik diyor annem. İyice telaşlandılar. Bir Bayram diyorlar, bir Arefe, harıl harıl çalışıyorlar. Temizlik yapılıyor. Yemekler hazırlanıyor. Anneme 'Bayram ne zaman gelecek?' dedim, 'Arefe'den sonra' dedi. Demek ki Bayram ile Arefe evli değil. Akraba da değil. Kafam karma karışık. Salih abim bi gelse de her şeyi bana anlatsa.

Ve Bayram geldi

Sabah kalktığımda, herkesi kahvaltıda yakaladım!. Oruç öldü herhalde diye düşündüm. Abim gece gelmiş. Sevinçten haykırdım. Çok özlemişiz birbirimizi.
Bütün olanı biteni bir güzel anlattım abime. Yüzüme bakarken, bana tebessüm ettiğini gördüm. Ablama sormamakla ne iyi ettiğimi anladım. Abimin tebessüm ettiği yerde, ablam kahkaha atar. Abime küser gibi yaptım hemen gönlümü aldı. Bana her şeyi baştan anlattı, bu sefer de ben gülmeye başladım.

Abimden söz aldım. Kimseye anlatmayacak, konuştuklarımızı yazmak için izin istedi..) Ben de verdim.. Ramazan günlüğü işte böyle ortaya çıktı. Abim buna bir de isim buldu: 5 Yaş Sendromu. Sendromu anlamadım. Ama olsun, abime güveniyorum. Gerçi ablam'a göre 4 yaşındayım. Annem 5 yaşında olduğumu söylüyor. Babam daha 4 yaşından gün almadı diyor. Abim 'bu konu beni aşar' diyor.

Bayramı çok sevdim. Ama ablam tekrar o sinirli haline dönecek diye, Ramazanın gidişine çok üzüldüm. Bizim için her gün Ramazan olsa!.. Ne iyi olur.

10.9.08

1000 fitten Türkiye ( Türkiye from 1000 feet)

Türkiye 'den hoş kareleri 1000 fitten görmek isterseniz bu adresi ziyaret edin.




işte bir kare : 1000 fit yukarıdan tuz gölündeki falamingolar... Ne de güzel görünüyor...

Alp Alperden : Bu kitabı neden yaptım :

Ne yazık! Vakit de yok kurtarmak için geleceği
Düşünsek bile şimdiden – düşünemiyoruz ya
üstelik ne çıkar bundan ve ne katardı yaşamımıza
Hiçbir şey! Çünkü ne varsa içimizde gelecek için
Sanki bir öyküsü bu, hayatı süslemenin”
[Umutsuzlar Parkı / Edip CANSEVER]

Geçmişi Geleceğe Taşımak
Geçmiş ve gelecek söz konusu olduğunda, Edip Cansever’in bu dizeleri gelir hemen aklıma. Geleceği kurtarmak için yeterli vaktin olmadığı düşüncesi, beni alır ‘Umutsuzlar Parkı’na götürür. Fakat böyle güzel bir şiir yazılmışsa, boşa geçmemiştir zaman ve geleceği kurtarmak için hâlâ vakit vardır, diye düşünürüm.

Bu projeye başlamadan önce beni ve bu projeye gönül veren arkadaşlarımı, izlerken içimizi acıtan orman yangınları, tarihi eser kaçakçılığı, depremler, para hırsı uğruna yapılan tüm tarihi yıkımlar düşündürdü. Bütün bunlar “Birşeyler yapmak gerek” düşüncesiyle bizi tetikledi.
Öyle şeyler yapmak istiyorduk ki, sahip olduğumuz bu değerlerin yok olmadan önceki güzelliklerini belgeleyelim, gelecek nesillere sunalım, korunmaları adına ruhlarına kuvvet verelim...

Yüzyıllarca uygarlığa analık yapan bereketli Anadolu topraklarının, özellikle seksenli yıllardan sonra başlayan, giderek artan yağmalama politikalarıyla hoyrat ve bilinçsizce tüketilmesi… Sahil kentlerininin yeşil dokusu yerine çirkin betondan yazlık site ve turistik tesis adı altında yapılan çirkin beton binalar... Restorasyon adı altında bilinçsizce yapılan hatalar ve daha niceleri… Geleceği ve çocuklarımızı “kısa günün kârı” anlayışı tüketti ve tüketmeye devam ediyor. Doğal zenginliklerimizi tüketme ve yağmalama hırsını; ne kesilen ağaçların çığlıkları, ne de yaşam alanları yok edilen canlıların gözyaşları durdurabildi. İşte bizi uyaran ve birşeyler yapmaya iten bir diğer güç, bu YOKOLUŞ’tu!

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’a girdikten sonraki ilk fermanlarından birinde “Yaş kesenin başı kesile” derken, Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, “Van’dan yola çıkan bir sincap, ayağı yere değmeden bir meşe ağacından diğerine atlayarak İskenderun Körfezi’ne ulaşır” diye yazmıştı. Oysa Türkiye’de, her yıl tarım alanlarının 500 milyon tonu ve tüm ülke genelinde 1.4 milyar ton verimli üst toprak, erozyonlarla kaybedilmekte. Orman Genel Müdürlüğü’nün 2005 yili verilerine göre; 1937 yılından bu yana meydana gelen 77 bin 785 orman yangını sonucu 1 milyon 564 bin hektarlık orman alanı yanarak yok oldu ve her geçen gün de yok olmaya devam ediyor.

Anadoluyu yaşamak için çıkılan yol
Güneş ve uygarlıkların doğduğu ve insana ait en eski izlerin Paleolitik (Taş) Devri’nde Konya Ovası’nda olduğu bilinen Anadolu; Büyük Kral Hattuşili’den Büyük İskender’e, Alaattin Keykubat’tan Muhteşem Süleyman’a kadar büyük imparatorların iz bıraktığı uygarlıkların coğrafyası. Anadolu mistik ve dini açıdan büyük önem taşıyan bereketli toprakları üstünde, yüzlerce değerli bilim adamı, mimar, sanatçı barındırmış. Tarihsel ve dinsel yolların kesiştiği İpek Yolu’ndan Kral Yolu’na tüm önemli yaşam yollarına adını yazdırmış coğrafya.

Anadolu’nun yüzlerce yıl boyunca tüm renkleri içinde barındırarak bugünkü varolan mozaikler ülkesini adım adım, yudum yudum yaşamak için çıktık yola. Sadece fotoğraflarda veya medyada görmektense, hissederek, gidip yerinde dokunarak... Bunu yaparken de bugüne kadar pek yapılmayanı, zor olanı seçtik. Zaman ve mekan sarmalı içinde varolanı gezi, keşif tutkusuyla Anadolu’nun günümüze kadar gelen son güzelliklerini belgeleme sorumluluğunu fotoğrafa yansıtabilme gayreti içinde olduk.

Bütçemizin elverdiği ve arazinin konumuna göre, Anadolu’nun güzelliklerini havadan ve “Tanrısal” bir bakış açısıyla görüntüledik. Kimi zaman renkli bir balonla sabahın ilk ışıklarında güneşle doğarak..., Kimi zaman yüksek bir zirveden rüzgara kanat veren bir paragliding veya bir microlightla, kimi zamansa bir helikopterle... Kısacası uçulabilen, akla gelen her türlü araçla uçmaya çalıştık. Uçtukça da bazen ateş kanatlı bir flamingonun kanadında bulduk kendimizi, bazen efsanelerin dağı Ağrı’da yakaladık zirveyi. Bazen de bir zamanlar Anadolu’ya korku salan muhteşem volkanın donmuş, ama her an patlamaya hazır kalbinde. Ya da yemyeşil Karadeniz yaylalarının yüreğinde saklı, yalnız manastırlar diyarında. Tek tek yeniden keşfettik Anadolu’yu. Yüreğimizde ve yüzümüzde rüzgarı hissederek, heyecan ve sevgiyle bir kuş misali Türkiye’nin dağlarında, ovalarında, denizlerinde uçarak. Elimizde ve yüreğimizde hep var olan kocaman bir umutla.

Bize inananları gördükçe daha çok sarıldık projemize. Bize elini uzatanlarla kenetlendik. Günler, aylar birbirini kovalarken adım adım ilerledik. Geriye baktığımızda o ana kadar yapmayı başardıklarımızla gurur duyduk.

kaynak: http://www.alpalper.com/kitap.html

Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır.(Hz. Mevlana)

"Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşıdakinin anladığı kadardır."

bakınız: Mevlana'dan İnciler

Profesör Konferans vermek üzere salona girmiş.

Salon, ön sırada oturan seyis dışında boşmuş. Konuşup konuşmama konusunda tereddüde düşen Profesör sonunda seyise sormuş:
- Buradaki tek kişi sensin. Sana göre konuşmalı mı, yoksa konuşmamalı mıyım?

Seyis cevap vermiş:
-"Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan anlamam. Fakat
ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim."

Bu sözlere hak veren Profesör konferansa başlamış. İki saatin üzerinde konuşmuş
durmuş, konferanstan sonra kendini mutlu hissetmiş, dinleyicisinin de konferansın çok iyi olduğunu onaylanmasını isteyerek sormuş:
-"Konuşmayı nasıl buldun?"

Seyis cevap vermiş:
-"Hocam sana daha önca basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Gene de eğer ahıra gelir biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım."


19.6.08

Hayattan ne öğrendim? ( Can Dündar )

Ağır bir ÖSS sorusu gibiydi Esquire dergisininki…

“Hayattan ne öğrendiniz?”

Verilen süre içinde aklıma gelenleri aşağıda yazdım.

Yanlışların doğruları götürmeyeceğini umuyorum:



* * *



Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum. Işığı gördüm, korktum. Ağladım.

Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim. Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…

Ağladım.



* * *



Yaşamayı öğrendim.

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu; aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.



* * *



Zamanı öğrendim.

Yarıştım onunla…

Zamanla yarışılmayacağını, zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…



* * *



İnsanı öğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…

Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.



* * *



Sevmeyi öğrendim.

Sonra güvenmeyi…

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu, sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.



* * *



İnsan tenini öğrendim.

Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu…

Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.



* * *



Evreni öğrendim.

Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.

Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek gerektiğini öğrendim.



* * *



Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini…

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.



* * *



Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra…

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…



* * *



Gitmeyi öğrendim.

Sonra dayanamayıp dönmeyi…

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…



* * *



Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.



* * *



Düşünmeyi öğrendim.

Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.

Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.



* * *



Namusun önemini öğrendim evde…

Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu; gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.



* * *



Gerçeği öğrendim bir gün…

Ve gerçeğin acı olduğunu…

Sonra dozunda acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.



* * *



Her canlının ölümü tadacağını, ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.


kaynak : candundar.com.tr/hayattanneogrendim

8.6.08

Bedava Site Yaptım Kendime

inanmıyor musunuz?
valla bedava. hiç para ödemedim.
hemen kayıt oldum ve hiç programlama kullanmadan sitenin seçeneklerini kullanarak hazırladım. hadi bi ziyaret edin : http://zelihagormez.tr.gg/

bir sürü de güzel ekstra hizmeti var. mesala kendime resim galerisi oluşturdum. burada kendi çektiğim resimlere ulaşabilirsiniz.

http://zelihagormez.tr.gg/Kameramdan-G.oe.rd.ue.klerim/index.htm



not: yorumlarınızı beklerim.

20.5.08

MECNUN, LEYLA İLE SOHBETTE

Mecnun bir gün fırsat buldu, Leyla ile oturmaya muvaffak oldu. Leyla, onu sınamak için bir dilekte bulundu:
- Ey âşık! Neyin varsa getir.
- A ay yüzlü, dedi Mecnun, aşkınla ne suyum kaldı, ne kuyum. Ne ciğerimde azıcık kan, ne gözümde bir nebze yaş. Aklımı yağma ettin, uykumu çaldın. Artık bir canım var, emreyle onu vereyim.
- Ben onu senden ne vakit istesem alırım, başka neyin var, sen ondan bahset.
Mecnun o vakit arandı, yakasında sakladığı bir iğnesi vardı, onu çıkarıp sevgiliye sundu.
- İşte varlık aleminde sahip olduğum tek şey bu iğnedir. Bunu da neden taşıyorum bilmek istersen, çölde, ovada seni izlerken çok düşüyorum, kendimden geçiyorum; oralarda ayağıma, bedenime dikenler batıyor; bu iğneyle o dikenleri çıkarıyorum.
- İşte bunu istiyordum ben senden. Eğer aşkında gerçek isen bu iğne nasıl layık oluyor sana? Dikeni çıkarırsan buna vefa mı derler?!..



kaynak: http://leylamecnun.spaces.live.com/blog/cns!40F7A1C272C8F302!1188.entry

25.3.08

Doğum Günleri ve Ağaçlar

23-31 Aralık : Elma Ağacı

01-11 Ocak : Köknar

12-24 Ocak : Karaağaç

25 Ocak-3 Şubat : Selvi

04-08 Şubat : Kavak

09-18 Şubat : Sedir

19-28 Şubat : Çam

01-10 Mart : Salkımsöğüt

11-20 Mart : Ihlamur

21 Mart : Meşe

22-31 Mart : Fındık

01-10 Nisan : Üvez

11-20 Nisan : Akçaağaç

21-30 Nisan : Ceviz

01-14 Mayıs : Kavak

15-24 Mayıs : Kestane

25 Mayıs- 3 Haziran : Dişbudak

04-13 Haziran : Gürgen

14-23 Haziran : İncir

24 Haziran : Huş

25 Haziran- 4 Temmuz : Elma

05-14 Temmuz : Çam

15-25 Temmuz : Karaağaç

26 Temmuz- 4 Ağustos : Selvi

04-13 Ağustos : Kavak

14-23 Ağustos : Sedir

24 Ağustos- 2 Eylül : Çam

03-12 Eylül : Salkım söğüt

13-22 Eylül : Ihlamur

23 Eylül : Zeytin

24 Eylül- 3 Ekim : Fındık

04-13 Ekim : Üvez

14-23 Ekim : Akçaağaç

24 Ekim-11 Kasım : Ceviz

12-21 Kasım : Kestane

22 Kasım-1 Aralık : Dişbudak

02-11 Aralık : Gürgen

12-21 Aralık : İncir

22 Aralık : Kayın


Elma : (Aşk) Cazibeli, fiziksel olarak dikkat çekici, etkileyici...Hoş bir auraya sahip. Flörtöz ve maceraperest ama hassas ve her zaman aşık bir tip. Sevmeye ve sevilmeye meraklı. Sadik ve hassas bir es. Cömert. Bilimsel konulara yeteneği var. Bugün için yasar.Hayal gücü yüksek.

Kestane : (Dürüstlük) Alışılmadık bir güzelliği vardır ama insanları etkilemek gibi bir derdi yoktur. Adil ve neşelidir. Doğuştan diplomattır. Çok kolay huzursuzluğa kapılır ama her türlü ilişkisinde hassastır. Bazen olağandışı davranır. Sevgili bulmakta güçlük çeker.

İncir : ( Hassasiyet) Çok güçlü, bağımsız, tartışmalara ve zıtlıklara fazla izin vermeyen, aile hayatına düşkün, iyi bir baba ve hayvan severdir. Sosyal bir kelebek gibidir. Espriden anlar, aylaklığı ve tembelliği de sever. Bencilliği vardır. Akıllı ve pratiktir.

Dişbudak : (Hırs) Farklı bir çekiciliğe sahip, hayat dolu,talepkar, düşüncesizce hareket eden ve eleştirilere kulak asmayan biri. Hırslı, akıllı, yetenekli, kaderine hükmetmeyi seven, egoist olmaya elverişlidir. Ama ona güvenebilirsiniz. Bazen beyni kalbine hükmedebilir. İlişkiler çok ciddiye alır ve sadıktır.

Kayın : (Yaratıcılık) İyi bir zevki vardır. Görünüşe ve kendi görüntüsüne önem verir. Materyalistik sayılır. Hayati ve kariyeri için çok ve düzenli çalışır. Ekonomiktir.Gereksiz risklere girmez. Makul bir tiptir. Diyet ve sporla fizikine dikkat eder

Huş : (Esinlenme) Hayat dolu, etkileyici, elegant, arkadaş canlısı, gösterişten uzak, mütevazı, aşırılıklardan hoşlanmayan, kaba şeylerden nefret eden biridir.Doğal ve sakin bir yaşamı tercih eder. Fazla tutkulu değildir. Hayal gücü yüksek ve az hırslıdır. Sakin ve uygun ortamlar yaratır.

Sedir : (Güven) Zarif, her ortama ayak uydurabilen, lüksü seven, sağlığına dikkat eden, kendine güvenen, başkalarına da biraz yukarıdan bakan biridir. Kararlı,sabırsız ve başkalarını etkilemeyi sever. İyimserdir ve beceriklidir. Tek ve gerçek aşkını bekler. Çabuk karar verir.

Selvi : (Sadakat) Güçlü, fiziksel olarak kaşlı, her ortama uyabilen, hayatla fazla uğraşmayan, hoşnut, iyimser, paraya meraklıdır Yalnızlıktan nefret eder. Kolay kolay tatmin edilemeyecek kadar tutkuludur. Ama sadıktır. Modu çabuk değişir. Kurallara boyun eğmez. Biraz da ukala ve ilgisizdir.

Karaağaç : (Asil) Müşfik, fiziksel olarak düzgün, giyimine dikkat eden, taleplerinde aşırılığa kaçmayan, insanlara neşe verebilen, liderlik etmeyi seven ama kendisi altta olmayı sevmeyen biridir. Dürüst ve sadık bir estir. Başkaları için karar vermeyi sever. Cömerttir. Pratik zekası güçlü ve iyi bir espri anlayışı vardır

Köknar : (Gizem) Sıra dişi bir zevki vardır. Sofistike ve kadirşinastır. Güzel olan her şeyi sever. Dik başlı, çabuk mod değiştiren,bencil olmasına rağmen kendisine yakın olanlarla ilgilenen biridir. Çok mütevazı olduğu söylenemez. Hırslıdır. Memnun edilmesi zor bir sevgilidir. Çok arkadaşı vardır. Çünkü ona güvenebilirsiniz.

Fındık : (Olağanüstü) Çekici, anlayışlı, insanları nasıl etkileyeceğini bilen, fazla talepkar olmayan, sosyal hayatta aktif ve girişken hatta dövüşken biridir.Popülerdir. Psikolojik durumu çabuk değişir. Kaprisli bir aşıktır. Ama dürüst ve eşine toleranslı davranır. Kusursuz bir yargı yeteneği vardır.

Gürgen : (Zevk sahibi) Cool bir güzel. Diş görünüşüne ve bakımlı Olmaya dikkat eder. Zevk sahibidir. Başkalarını kendinden fazla düşünür. Hayati mümkün olduğunca kolay bir hale getirmeye çalışır. Disiplinli bir hayat için kılavuzluk eder. İlişkilerinde kibardır. Farklı Sevgililer bulmak ister. Duygularıyla ilgili olarak mutluluğu yakalaması kolay olmaz. Çoğunlukla da başkalarına güvenmez. Kararlarından da asla emin olmaz.

Ihlamur : (Şüphe) Hayatin ona getirdiklerini kabul eder. Kavga ve tartışmadan nefret eder. Çalışkandır, tembelliği ve bencilliği hiç sevmez, streslidir.Yumuşak huylu ve merhametlidir. Arkadaşları için çekinmeden fedakarlık yapar. Becerikli olmasına rağmen bunları değerlendirmesini bilmez. Mızmızdır. Kıskanç fakat vefalıdır.

Akçaağaç : ( Özgür zeka) Hayal gücü ve orijinalliklerle dolu hiç de sıradan olmayan biridir. Utangaç, hırslı, gururlu, kendine güvenli, yeni deneyimlere aç biridir.Genellikle sinirli ve gergin bir yapısı vardır. Hafızası kuvvetlidir. Çok kolay öğrenir. Aşk hayati biraz karmaşıktır. Başkalarını etkilemeyi sever.

Meşe : (Cesaret) Sağlam yaradılışlı, cesur, güçlü, bağımsız ve girişkendir. Acıma duygusu çok yoktur. İşini sansa bırakmayı sevmez. Ayaklarını yere sağlam basmak ister. Hareketlidir

Zeytin : (Erdem) Güneşi, sıcak havaları sever. Makul biridir.Kibar duyguları vardır! Agresyon ve şiddetten kaçınır. Sakin ve toleranslıdır. Adalet duygusu gelişmiştir.Hassas, kıskançlıktan uzak bir yapısı vardır. Okumayı ve sofistike insanlarla muhatap olmayı sever

Çam : (Titiz) Uyumlu ilişkileri sever. Dinç ve güçlüdür. Nasıl rahat edilebileceğini bilir. Doğal ve hareketli biridir. İyi bir partnerdir Çok arkadaş delisi değildir. Çabuk aşık olur ama ateşi çabuk söner.Her şeyden kolay vazgeçebilir. İdeali bulana kadar her şey geçicidir. Güvenilir ve pratiktir.
Kavak : (Tatminsiz) Fazla kendine güvenmeyen, sadece gerektiği zaman cesaretli olan biridir. Arkasının güçlü olmasını ve sıkı insanlarla muhatap olmasını sever.Çok seçicidir. Genellikle yalnızdır. Artistik bir doğası vardır. Kin tutar. İyi bir organizatördür. Felsefi takılmayı sever. Ama her durumda güvenilebilir biridir. İlişkilerini de çok önemser.

Üvez : (Hassasiyet) Dikkat çekici, neşe verici, bencillikten uzak dikkat çekmeyi seven biridir. Hayata bağlıdır. Yerine ve duruma göre hem bağımlı hem bağımsız olabilir. Zevklidir. Duygusal, hassas, tutkulu ve artistik özellikleri vardır. İyi bir eş olur ama çok zor affeder.

Ceviz : (Tutku) Garip ve zıtlıklarla dolu biridir. Egoist ve agresiftir. Beklenmedik tepkiler gösterir. Asil bir ruhu vardır. Spontanedir. Çok hırslıdır ve hiç esnekliği yoktur. Zor ve alışılmışın dışında bir estir. Çok zor beğenir. Sadece takdir eder. Çok kıskanç ve tutkuludur. Uyum göstermek için fazla fedakarlık etmekten de hoşlanmaz.İlginç stratejiler üretir.

Salkımsöğüt : (Melankoli) Güzel ve çok melankoliktir.Etkileyicidir. Güzel ve zevkli şeylere meraklıdır. Seyahat etmeyi sever. Hayalperesttir.Kaprisli ama dürüsttür.Başkalarının duygularına önem verir.Çabuk etki altında kalır ama beraber yaşanması zordur. Talepkardır. Sezgileri de kuvvetlidir. Aşıkken acı çeker ama demir atabileceği birini bulabilir.

24.2.08

Shvoong ile ÖZET yazarak para kazanmak




bu gerçekten çok rahat yapabileceğiniz bir şey. Okuduğunuz şeylerin (kitap,makale,site ,haber ... ) ÖZETİNİ yazmak. yazdığınız özet ne kadar çok kişi tarafından tıklanırsa karşılığında okadar para alıyorsunuz. Kazancınız aylık hesaplanıyor,ay sonunda güncelleniyor.

Özellikle bu sistemde kitap özetleri çok tıklanıyor,eğer kitap okumayı seven bir insansanız bu iş sizin için çok kazandıracaktır.

Özetiniz 300-600-900 kelimeden oluşabilir, uzun özetler daha çok para getiriyor. Sistemde birçok dil olduğu gibi Türkçe de var.
Burda birde şu var eğer yabancı diliniz varsa diğer dillerde yazılmış ilgi çeken özetleri çevirebilir siniz.

kayıt olmak için tıklayın

Kazanç bilgilerinizin görebileceğiniz ekran:

20.2.08

Çay deyip geçme : )

Çayın alt demliği evdeki kaynanadır;devamlı kaynar durur..
Üst demlik evdeki gelindir;alt demlik kaynadıkça o olgunlaşır,demlenir...
Gelinin kocası ise bardaktır;biraz kaynana doldurur onu biraz da gelin...
Çocuklar çayın şekeridir; tat verir...
Görümce ise çay kaşığıdır; arada bir gelir ve karıştırır gider...
Kaynataya gelince; o da bardak altıdır; dökülenleri bir araya toplar...

Çay deyip te geçmemek lazım demek ki...durmak lazım .. :)))))))

8.2.08

Can Dündar'dan Evlilik


Evlilik, inanmadığım halde içerisinde 17 seneyi
bitirdiğim bir kurum benim için..
17 senede (abartmıyorum) 40 çift arkadaşımın son
verdiği kurum aynı zamanda da...
Evliliğimin bu kadar uzun sürmesinin gizi belki de
kuruma inanmamaktan geçiyor.
Evliliği toplumun dayattığı şekilde
yaşamamaktan...
Nedir bu dayatmalar?
Erkeğin muhakkak kadından yasça büyük olması, eğitim
seviyesinin erkeğin lehine yada en azından eşit
olması
bunların sadece ikisi...
Olmaz, yürümez diyor toplum... Erkek yaşça büyük
olmalı ki, kadına "höt" dediğinde oturmalı kadın...

Yada yumuşatıyorlar; efendim kadın erkekten önce
çöktüğü için (hani doğum felan) küçük olmalıymış
yaşı...
Eğitimde de böyle.. Kadının çok okumuşu bilmiş
olurmuş, evde kalmakmış layıkı....
Eşim benden 2 yaş büyük; ne "höt" dememe gerek kaldı
17 senede, ne de benden önce çöktü...

Yıllar içinde ben yaşlandıkça o gençleşti, "oo
Can bey kapmışınız çıtırı" esprilerine muhatap
dahi oldum.
Eşim 3 üniversite bitirdi; ben bir taneyi 9 senede
bitirdim..

Ne o bana bilmişlik tasladı, ne ben ona ezik
baktım...
Kulağa gelen müzik tekse de, onu oluşturan notalar
farklıdır der Halil Cibran...
Bunu unutmadık biz. Ben konuşurken o dinledi,
Ben dinlerken o konuştu 17 sene.

O öfkeliyken ben, ben öfkeliyken o "haklısın
bitanem..." dedik,

Öfke bitip fırtına durulduğunda "ama bir de böyle
düşün" de dedik fikrimizi savunurken.

Farklı insanlar olarak görmedik birbirimizi,
aynı amaç için savaşan neferlerdik bu hayatta...
Asla bilmedik ne kadar para kazandığımızı, ortak
cüzdanımızdan gerektiği kadar aldık..

Ne kadar çalarsa çalsın masanın üstünde telefon,
kim bu saatte arayan karşı cins diye sorgulamadık da
ama...
Sevginin en büyük dostuydu bizim için "güven"... Ve
güvenin ardına saklanmış bir "saygı" vardı daima...
Ne kavgalar, ne badireler atlattık 17 senede...

Eee ülkeler neler gördü, biz çekirdek aile mi
sütliman yaşayacaktık...

Öyle bir girdik ki birbirimize, ben ilk kez
odamın dışında yattım bir gece, misafir odasında...
Gece yarısı kapı açıldı, eşim "ne yapıyosun burda?"
diye sordu kapının eşiğinden,
"uyuyorum" dedim buz gibi bi sesle...
Gitti, gelmesi 1 dakikasını almıştı elinde
yastıkla... "kay yana" dedi daracık yatakta.
"ne yapıyosun?" dediğimde "benim yerim senin yanın,
sen gelmezsen ben gelirim" dedi...
Anladım ki o gece, en uzun kavgamız yat saatine
kadar sürecek...
Ve bence doğrusu da bu...
Özen gösterdik o günden sonra, evin her yerinde
kavga ettik, yatak odamız hariç..

Kırsak da zaman zaman kalplerimizi, asla kin
tutmadık birbirimize...
Toplum kurallarıyla oynasaydık bu oyunu belki de 41
inci çift olacaktık o listede...

Ama oyunun kurallarını biz koyduk... Ne de olsa
bizim oyunumuzdu, oynanan...
Evlilik; hesapsız içine dalınması gereken bir oyun
bence...
Topluma kulaklarını tıkayarak hem de... Ne benim, ne
de bizim sözlerimizle...
Sadece gönlünüzden geçtiğince...
Dediği gibi Ataol Behramoğlu'nun;
"...Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Yaşadın
mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara, göğe, bütün evrene
karışırcasına. Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata
sunulmuş bir armağandır.
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana..."
Not: bu yazı Can Dündar'ın sitesinde 'sahte yazılar' başlığı altında yayınlanmıştır. Yazarın ifadesi ile sahte yazılar: "yıllardır internette benim adım altında dolaşan,fakat aslında bana ait olmayan yazılardır".

15.1.08

GÖRDÜKLERİM YAŞADIKLARIM- Ermenilerin Doğu Cephesinde Yaptıklarına Rus Yarbaydan Görgü Tanıklığı

“GÖRDÜKLERİM YAŞADIKLARIM”
Ermenilerin Doğu Cephesinde Yaptıklarına Rus Yarbaydan Görgü Tanıklığı


Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1917 yılı sonları ile 1918 yılı ilk aylarında Erzurum’da 2’nci Ermeni-Rus Kale Topçu Alay Komutanlığı yapan Rus Yarbay Tverdohlebov kendi el yazısı ile tuttuğu günlüğü ATASE Bşk.lığı Arşivinde bulunmaktadır.
Rus Yarbayın günlüğü incelendiğinde, Ermeni vahşetinin boyutları, akıl almaz katliamları gözler önüne sergilenmektedir. Ayrıca “Ermeniler oldukça yeteneksiz, asalak, açgözlü, ancak başka bir milletin sırtından geçinebilen bir millet saymak mümkündür.” ifadeleri ile Ermenileri tarif ederken ”Ermeni askerler en aşağılık, en adi sınıftan sayılmışlardır. Bunlar, her zaman geri hizmetlerde görev yapmak için gayret göstermişler, cepheden kaçmışlardır.” ifadeleri yer almaktadır.
“Gördüklerim ve duyduklarım Ermenilerle ilgili her türlü tahmin ve tasavvur sınırlarını fazlasıyla aşmıştır.” diyen Yarbay Tverdohlebov’un anıları, Ermeni iddialarına verilebilecek en güzel cevap niteliğindedir.
Kitap, Türkçe, İngilizce, Fransızca ve orijinalin tıpkı basımı (Rusça) şeklinde hazırlanmıştır.

SUNUŞ
Tarihî olayları gerçek yönleriyle ortaya çıkarmak, öğrenmek ve
aydınlatmak için uygulanan yöntemlerden birisi de tanıkların şahitliğine
başvurmaktır. Doğal olarak olayın birinci derecede görgü tanıklarının ifadeleri
çok önemlidir.
Birinci Dünya Savaşı’nda, Doğu Cephesi’nde meydana gelen olayların
aydınlatılmasında kullanılan başvuru kaynakları da arşiv belgeleridir. Bu
cephedeki Ermeni kaynaklı olayların gerçek yönünün ortaya konmasında,
birinci derecede tanıkların şahitliklerinin önemi inkâr edilemez. Gnkur. ATASE
Başkanlığınca yayımlanan “Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918”
adlı belge yayında tanıkların gözlemlerini aktaran belgeler yer almıştır.
Doğu Cephesi’nde meydana gelen olayların birinci derecede
tanıklarından birisi de Erzurum 2 nci Ermeni-Rus Kale Topçu Alay Komutanı
Yarbay Tverdohlebof’tur. 1917 yılı sonlarında ve 1918 yılının ilk aylarında
Erzurum ve Erzincan’daki Ermeni terörüne bizzat tanık olan Rus Yarbay
Tverdohlebof’un gördüklerini ve yaşadıklarını aktardığı belgeler de tarihe
tanıklık etmek üzere bu kitapta yayımlanmaktadır.
Yarbay Tverdohlebof’un Gnkur. ATASE Başkanlığı Arşivinde mevcut
olan orijinal Rusça el yazılı belgelerin aslı ile Türkçe, İngilizce, Fransızca
çevirileri bir arada kitap olarak kamuoyunun ve bilim dünyasının istifadesine
sunulurken, Ermeni terörünün ulaştığı boyutlar tüm çıplaklığı ile gözler önüne
serilmektedir.
Ermeni vahşetinin ulaştığı boyutlar, Türklere karşı savaşan ve
Ermenilerle iş birliği içinde bulunan Rus yarbayı bile çileden çıkarmaya
yetmiştir. Yarbay Tverdohlebof, tüm çabalarına rağmen Ermeni vahşetini
önleyemediğini, üzüntü ile günlüğüne not düşmüştür.
Şimdi soruyoruz, Ermeni soykırımından bahsedenler, bu belgelere ne
diyeceksiniz?
Saygılarımızla.

Eyüp KAPTAN
Korgeneral
ATASE Başkanı

Rus devrimi başlangıcından 12 Mart 1918 tarihinde Erzurum’un
Türk birlikleri tarafından alınmasına kadar geçen sürede Ermenilerin
Erzurum şehri ve civarındaki yerleşim birimlerinde yaşayan Türklerle
ilişkileri hakkındaki notlar.
Bu notlar “2 nci Erzurum Kale Topçu Alayındaki durumun
notlarına” ilavedir. Ayrıca bireysel doküman olarak da hizmet verecek
şekilde hazırlanmıştır.

muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum.
faklı dillerdeki özetler için tıklayın.

İlgili Yazılar

Related Posts with Thumbnails