24.12.07
10.12.07
MAHATMA GANDHI 'nin duası
Güçlülerin yüzüne gerçeği söylemek için ve zayıfların alkışını ve sevgisini kazanmak için ve yalan söylememek için bana yardım et.
Eğer bana para verirsen mutluluğumu alma ve eğer bana güçler verirsen muhakeme yeteneğimi çıkarma.
Eğer başarı verirsen alçak gönüllüğü çıkarma.
Eğer bana alçak gönüllüğü verirsen saygınlığımı çıkarma.
Görünenin diğer yüzünü tanımama yardım et.
Benim düşüncelerime katılmıyor diye bana karşı olanları hainlikle suçlayarak onların karşısında suçlu duruma düşmeme izin verme.
Kendimi sever gibi diğerlerini de sevmeyi ve diğerlerini yargılıyormuş gibi kendimi de yargılamayı öğret bana.
Başarılı olduğum zaman sarhoşluğuma izin verme.
Ne de başarısız olursam umutsuzluğa düşmeme.
Daha ziyade başarısızlığı başarının öncesindeki bir deneme olduğunu hatırlamamı sağla.
Hoşgörünün ,güçlerin en büyüğü olduğunu ,
Ve intikam arzusunun zayıflığın ilk görünüşü olduğunu öğret bana .
Eğer paradan yoksun bırakırsan bana umudu bırak.
Ve eğer beni başarıdan yoksun bırakırsan ,
Başarısızlığı yenebilmek için irade gücünü bırak bana .
Eğer beni sağlık bağışından yoksun bırakırsan, inancın lütfünübana bırak.
Eğer insanlara zarar verirsem, özür dileme gücünü ver bana .
Ve eğer insanlar bana zarar verirse affetme ve merhamet gücünü ver bana .
Allahım! Eğer ben seni unutursam sen beni unutma .
MAHATMA GANDHI
Sözleriniz pozitif olsun;çünkü sözleriniz davranışlarınız olur.
Davranışlarınız pozitif olsun;çünkü davranışlarınız alışkanlıklarınız olur.
Alışkanlıklarınız pozitif olsun; çünkü alışkanlıklarınız değerleriniz olur.
Değerleriniz pozitif olsun;çünkü değerleriniz kaderiniz olur. "
MAHATMA GANDHI
5.12.07
Biz buna "EVLİLİK " diyoruz
“Günaydın bahçıvan efendi,” dedi. “Siz Bernard Shaw’un yanında ne zamandan beri çalışıyorsunuz?”
“Kendimi bildim bileli…”
“Verdikleri ücret sizi geçindiriyor mu?”
“Yalnız yiyeceğimi veriyorlar.”
Yaşlı kadın, bahçıvanın bu hâline acımış olacak ki:
“Eğer benimle çalışırsanız, size yiyecek ve giyecekle birlikte yeterli aylık da verebilirim” diye bir teklifte bulundu.
Bernard Shaw:
“Teşekkür ederim, bayan. Ne yazık ki ben, Bayan Shaw’a ömür boyu bağlayım” diye bu teklifi geri çevirdi.
Yaşlı bayan biraz da kızarak:
“Ama bu tutsaklıktan, kölelikten başka bir şey değil…” dedi.
Bernard Shaw ise, gülerek:
“Hayır sayın bayan” dedi. Biz buna ‘evlilik’ diyoruz.”
Kaynak: http://www.zaferdergisi.com/article/?makale=1296
9.10.07
Mail adresleri nasıl toplanıp satılıyor (Spam mail)
Zincir e-postalar birçok kişinin birbirine forward ettiği e-postalara verilen isimdir. Elden ele binlerce e-posta adresine ulaşan e-postaların başlık bilgileri içerisinde daha önce hangi adreslere CC (carbon copy)'lendiği bilgisi kolaylıkla çıkarılabilmektedir. Bu sebeple SPAM yapmak için e-posta adresi toplayan şahıs ya da şirketler, insanların çok fazla ilgisini çekebilecek çoğunlukla da yalan olan haberleri, dini sömürü içeren iletileri ya da duygusal sömürü içerikli e-postaları "bunu listendeki herkese forward et" konsepti ile insanlara dağıtmaktadırlar. Bu e-postalar kendilerine yeniden döndüğünde içlerinde birikmiş olan e-posta adreslerini basit betikler ile çıkarmak ve daha sonra bu adresleri de SPAM veritabanlarına eklemeleri mümkün olmaktadır. 3 kişi tarafından forward edilmiş ortalama bir chain mail içerisinde yaklaşık 200 e-posta adresi bulunabilmektedir.
Aşağıdaki e-posta bu makaleyi hazırlayan araştırmacının adresine 03/01/2004 tarihinde gönderilmiş klasik bir zincir e-posta örneğidir, içerisinde kaç e-posta adresi de bir alttaki paragrafta incelenecektir:
Subject: İLT: Fwd: FW: Lütfen Silmeyin!!!!
From : "Xxxx YYYYY"
Date : Thu Jun 03 14:16:55 2004
Merhaba, ben Ankara'li bir gencim. Yasim 17, lise Son Sinif ogrencisiyim. Ancak
çok büyük bir Problemim Var,Kankanseriyim.
Çesitli kuruluslar tedavim için yardimlar yapmakta. Bazi Internet kuruluslari
ile yapmis oldugum yazismalar sonucunda da, eger benim yazmis oldugum e-mail
100.000 ulasirsa bu $100.000 yardim yapacaklarini belirttiler. Sizden ricam bu
mail'i tanidiginiz herkese forward etmeniz. Çünkü çeşitli zamanlarda yabancilara
ait bu tür maillerin Internet'de dolastigini gördüm ve herkes birine
gönderiyordu. Lütfen bir kez de benim için gönderin.
Lütfen..........
Salih Gezer / Ankara
Yukardaki e-posta 3 kez forward edilmiş (iletilmiş) bir e-posta iken içerisinde 885 adet e-posta adresi olduğu tespit edilmiştir. SPAM yapmak isteyen kişiler elde ettikleri zincir e-postalar içerisinden otomatik bir şekilde e-posta adreslerini çıkaran bir altyapı kullanmaktadırlar.
Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Yığın_ileti ( daha fazla bilgi için lütfen okuyun )
NOT: LÜTFEN !!! toplu mail göndereceksek (özellikle msn,yahoo,mynet üzerinden) adresleri kime (to) yada Bilgi (CC) kısmına değil GİZLİ (BCC) kısmına yazalım.
6.10.07
Asya Yardım
3.10.07
26.9.07
Aşk eskimeyendir
Kenapenin bir tarafı tamamen kırılmıştı... Evin halinden ve karı kocanın kılık kıyafetinden maddi durumlarının hiç iyi olmadığı ve yeni bir kanepe alacak güçlerinin olmadığı hemen anlaşılıyordu...
Selamlaştıktan sonra, "Kanepe kırılmış" dedim... Yaşlı adam büyük bir bilgelikle cevap verdi, " Biz de sağlam tarafına oturuyoruz... Yetiyor bize.."
Kadın da tamamladı, " He ya yetiyor bize bak ne güzel oturuyoruz"
Sevdiğimin elini daha sıkı sıkı tuttum...
Öyle ya," Aşk bu kanepe neden kırık, neden yeni bir kanepe almıyoruz" diye dırdır etmek, şikayet etmek yerine, "Kanepenin sağlam tarafını paylaşmak" değil midir?
...Ve işte yukarıda da yer alan bu fotoğrafı büyüterek evimin en görünür yerine astım...
kaynak: http://www.fotoritim.com/yazi/tahir-ozgur--oykulerin-fotografi
type="text/javascript">
20.9.07
Bir bilgeye sormuşlar....
- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız ?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa ?
O kadar akıllı insan yoktur ki !..
************
Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,
"Deneyim" demiş.
O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar
"Hatalarımla" demiş
************
Bir bilgeye sormuşlar:
Efendim canınız ne istiyor ?
Bilge cevaplamış:
Canım hiçbir şey istememeyi istiyor...
ve devam etmiş...
Bu ruh halinin adı gönül yorgunluğudur...
************
Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz ?" diye sormuşlar ya.
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir,
İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun
************
Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?
´Sevmek´ demiş...
Peki sonra? demişler...
´Sevilmek´ demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor ? demişler...
O da demiş ki ´insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir...
************
Bilgeye Sormuşlar;
~ insan neden dilek diler ?
~ insan gerçekleşmesi için diler, ama bilmez ki gerçekleştirmek için dilemek gerek.
************
Bir bilgeye sormuşlar en mutlu insan kimdir.
İşte o dağdaki çobandır demiş.
Neden diye sormuşlar.
Çünkü demiş insan bildikleriyle yaşar, onun bildikleri koyunları ve çevresiyle sınırlı kendisini mutsuz edecek veya kafasını karıştıracak fazla bir bilgiye sahip değil
type="text/javascript">
18.9.07
Paget Hastalığı- Meme Kanseri
- Meme başında görülen oldukça nadir bir meme kanseri tipidir.
- Süt kanallarından başlar ve meme başına ve çevresindeki daha koyu renkli kısıma (areola) yayılır.
- Meme başında hassasiyet, kaşınma, yanma ve aralıklı kanlı meme başı akıntısı gibi şikayetler görülebilir.
- Deride kabuklanma ve akıntı olabilir. Bu görüntüsü nedeniyle egzema ile karıştırılabilir.
Ayırıcı tanı için biyopsi yapmak gerekir. - Hastaların yaklaşık 1/3 – 1/4’ünde tanı anında koltuk altı lenf bezlerinde yayılım söz konusudur. Ancak hastaların şikayetleri nedeniyle sıklıkla erken dönemde tanı konduğu için tedavi başarısı da yüksektir.
- Çoğu zaman meme başını almak zorunlu olduğu için genellikle meme koruyucu cerrahi yerine mastektomi ve uygun hastalarda rekonstrüksiyon ile tedavi edilir.
kaynak:http://www.savaskocak.org/nadir_tipler.php?content=2
Göğüs Ucunda Görülen Paget Hastalığı
Göğüs ucunda görülen paget hastalığı nadir görülen bir hastalıktır, süt kanallarında başlar ve göğüs ucundaki deriye ve göğüs ucunun etrafındaki areola adı verilen renkli bölüme sıçrar. Deri kabuk bağlamış, kızarık olarak görülebilir ve aynı zamanda akıntıda olabilir. Eğer göğüs ucundan gelen akıntılar hastalığın tek belirtisiyse ve tümör hissedilmiyorsa Paget hastalığının tedavisi daha kolaydır.
kaynak:http://www.gebelikrehberi.com/meme/evre.asp (Meme Kanseri Evreleri)
Paget Hastalığı: Nadirdir olup %3 oranında görülür. Başlangıçta meme başında ve areolada (renkli bölge) yanma hissi, kaşınma, kabuklanma, ülserasyon vardır. Meme başı ve areolada egzamatöz lezyonlar vardır. Geç evrede tümör invaziv hale gelir. Paget hastalığı, enfeksiyon olarak yanlıştanılanabilir. Paget hastalığının prognozu oldukça iyidir
kaynak:http://www.saglik.gov.tr/extras/birimler/ksdb/meme_kanseri.pdf
Paget Hastalığı
Göğüs ucunda görülen “Paget Hastalığı” nadir rastlanan bir hastalıktır. Süt kanallarından başlayarak göğüs ucundaki deriye ve göğüs ucunun etrafındaki areola adı verilen renkli bölüme sıçrar.Meme başı ve areola da, egzematik değişiklikler, yanma, kaşıntı, hassasiyet, kabuklanma, ara sıra kanama, kızarıklık, pullanma en önemli belirtilerdir. Bu belirtilerin yanı sıra %60 hastada ele gelen kitle mevcuttur. Kitle yoksa tedavi daha kolaydır. İlk başta deri iltihabı, infeksiyon sanılabilir. İnfeksiyon tedavisini takiben iyileşme yoksa meme başından alttaki meme dokusunu da içine alacak şekilde biyopsi yapılmalıdır. Diğer alanların tutulumunu araştırmak için mamografi çekilmelidir. Tedavi tümörün evresine göre, meme koruyucu cerrahi veya mastektomidir. Paget Hastalığı kötü görünümüne rağmen tedavi sonrası prognozu iyidir.
kaynak: http://www.kadikoysifa.com/sifalibilgi.asp?id=%7BD647D5D9-6EE2-45D5-B328-A608F13D52CC%7D
11.9.07
E-Kontör Hemde Taksitle ??
Tüm kontörlerde 6 taksite varan taksitlerle kontör satın alımı yapabilirsiniz.
Sitemizden Kontör ve Cep telefonu kredi kartı ile satın alabilmektesiniz.
Sms hizmetini kullanarak kendi numaranız ile bireysel ya da toplu sms gönderebilirsiniz.
GÜVENLİK
İnternet Üzerinden Alışverişlerde Kredi Kartı Güvenliğini Nasıl Sağlıyorsunuz?
Sitemizden işlem yaptığınızda, işlem yaptığınız kredi kartınızın sadece ön tarafındaki 12 haneli numara sistemimizde tutulmaktadır. Geriye kalan bilgiler ( Kredi kartınızın ön tarafındaki son dört rakam, kartınızın son kullanma tarihi ve güvenlik kodu) her işleminizden önce sizden tekrar istenir. Böylece tüm bilgileriniz için maksimum güvenlik sağlanmış bulunmaktadır.
Sayfamız SSL Güvenlik Sistemi ile korunmaktadır. SSL (Secure Socket Layer) Güvenlik sistemi sayesinde bilgileriniz bize gönderilirken şifrelenmekte ve internetteki diğer kullanıcıların erişimi engellenmektedir. SSL Güvenlik sertifikamıza sayfamızdan da erişebilirsiniz.
Kredi Kart Bilgilerim Sisteminizde Kayıtlı Kalacak Mı?
Hayır, sizlerin güvenliği için kredi kartınızın sadece 12 haneli numarası bizde kayıtlı kalacak. Kredi kartınızın son 4 hanesi, son kullanma tarihi ve CVV (Kartınızın arkasındaki son 3 rakam) her işleminizde sizden istenecektir ve sistemlerde kayıtlı kalmayacaktır.
http://e.telekontor.com
ağız yaraları AFT ve SENSODYN diş macunu
sık sık tekrar eden küçük ağız yaralarınız varsa ben bir çözüm buldum sizlerede öneririm.
aft için sensodyn diş macunun iyi geldiğini duydum ve denedim, yaşkaşık 3 aydır kullanıyorum ve kullanımdan sonra ağzımda hiç yara çıkmadı.
22.8.07
Güçlü Kadınlar
Aşık olduklarında hissederek yaşarlar.Aşklarına kurallar koymadıkları gibi büyük beklentilere de girmezler.Sevdiklerine problem çıkarmazlar.Bütün gün çalışıp durduktan sonra,akşamları yorgun da olsalar sevgilileri buluşalım dediğinde,hemencecik hazırlanıp sevgililerinin onları evden almalarına gerek kalmadan,o her neredeyse onun olduğu yere giderler.
Sonra da bir bakarlar ki,bu kadar dik durmanın ve sorun çıkarmamanın karşılığında gerçekten de kimse onlara acımaz.Bu durum zamanla gelenekselleşir ve acınmama ile sorun çıkarmama hali yaşam tarzına dönüşür.Eskaza dayanamayıp sorunlarını paylaşmaya kalksalar,bu sefer de sorunlu kadın,kaprisli kadın,tahammül edilmez kadın damgasını yerler.Bu yüzden de terk edildiklerinde bile hiç seslerini çıkarmaz bu güçlü kadınlar! Terk eden erkek de bilir onun ne kadar güçlü olduğunu ve onsuz da yaşayabileceğini,içinde yaşadığı fırtınalardan bihaber.
Mesela fatura filan yatıramazlar,anlamazlar çünkü.Nerden yatırılır onu da bilmezler.Ev ya da yemek alışverişi de yapmazlar,çünkü taşıyamazlar onca torbayı.Hep yorgun olurlar,bütün gün spor salonları,kuaför,o mağaza,bu mağaza gezerler.Akşama yemek yapmaya fırsat bulamazlar.Akşam eşleri eve geldiğinde,bugün nereye yemeğe gidelim,diye sorarlar.En kötü ihtimal dışardan yemek söylerler.Zayıf kadınlar doğurdukları çocuğa bakacak gücü de kendilerinde bulamazlar,pamuklar içinde yaşamaya alışmışlardır bir kere.Kendilerini hep altın tepsi içinde sunarlar.Huysuzluk da ederler,ama bu erkeğin hoşuna gider,çünkü kadın ona muhtaçtır,söylenmeyen güçlü kadının aksine,Hiçbirşeyi beğenmedikleri gibi devamlı da mutsuzdurlar.Pek teşekkür etmezler,kıskançlık krizlerini de severler.Kocasının ve sevgilisinin hayatlarını karartırlar.Erkekler bu kadınları asla terk edemezler.Çünkü o güçsüz,kırılgan bir kadındır.Ayrılırsa kurda kuzuya yem olur.Koruyup kollanmalıdır her an o!
Zayıf kadınlar hiç çökmez,buruşmaz ve yıpranmazlar.Ancak işin ilginç yanı her zaman daha değerli olanlar da onlardır.Ve geride kalan güçlü kadınlar tüm bunların nasıl gerçekleşebildiğine sadece bakakalırlar.
AYLİN KOTİL SARIGÜL
Başarının sırrı, ‘Ben bu işi yaparım!’ azmindedir
Nitekim başarısızlıkların temelinde de “Ben bu işi yapamam!” ümitsizliği yattığı gibi.
Efendimiz (sas) Hazretleri ümmetine “Ben bu işi yaparım!” azminde olmayı emir buyurmuş, hatta en yoksul insana dahi bu ümidi telkinden geri kalmamıştır. “Hayatın Gayesi” kitabından vereceğim bir örnekle bu mühim konuyu misaliyle arz etmek istiyorum. Bakalım imkanını sıfırlamış en yoksul insana dahi nasıl bir ümit ve azim telkin etmiş, hiçbir şeyi olmayan adama dahi nasıl ‘Ben bu işi yapabilirim!’ azmi kazandırmıştır?
Eli ayağı sağlam, gücü kuvveti yerinde bir adam “Ya Resulallah sadakaya muhtaç haldeyim, bana yardım.” dedi. Gerçekten de adam fakirlikte dibe vurmuş biri görünümündeydi. Teşebbüs gücünü kaybetmiş, “Ben bir şey yapamam!” ümitsizliğinin kuyusuna düşmüştü sanki. İlk bakışta çalışma engelinin olmadığını gören Efendimiz, “Evinde alınıp satılacak hiçbir şeyin yok mu?” diye sordu. Adam, “Var; geceleri yarısını altıma serip yarısını da üstüme örttüğüm bir cübbem ile içeceğim suyu doldurduğum bir kırbam var!” dedi. “Git bu söylediklerini hemen buraya getir!” buyurdu. Ürkek adam şaşkın halde işin nereye varacağını bilemeden gidip bunları getirdi. Efendimiz orada bulunanlara seslendi: “Bunları kim satın alır?”
Biri cevap verdi: “Ben bir dirheme alabilirim.” Verileni az bulan Efendimiz, “Artıran yok mu?” diye seslendi.
Biri, “Ben iki dirhem veriyorum.” deyince eşya onda kaldı. İki dirhemi alan Efendimiz’in teklifi şöyle oldu: “Bu iki dirhemden birini evinde acil ihtiyaçların için harca. Kalan bir dirhemle de bir iple bir balta satın al, doğruca Medine kenarındaki çalılığa git, oralardan odun topla, iple sarıp sırtına yüklenerek çarşıya getir, sokak sokak dolaşarak odun satmaya başla!..”
Ümitsiz adam şaşkın ve tereddütlü, “Şey! Ben bunları yapamam ki! Ben nasıl odun hazırlayabilirim, nasıl sırtımda çarşıya getirebilirim, kim benden odun alır? Bu mümkün değil!..” dedi.
Efendimiz irşat yüklü ikazını şöyle yaptı: “Allah rızkını yaratmadığı kulunu da yaratmaz. Seni yarattığına göre rızkını da yaratmıştır. Ama sen teşebbüse geçmiyor, var olan rızkının peşinde koşma azmini yitirmiş bulunuyorsun. Rızkının peşine düş, odun getirip satmaya bak!..”
Adam tereddütler içinde kalkıp gitti, baltayla kırda odun hazırladı, iple sarıp yüklenerek şehre getirdi, sokak sokak dolaşmaya başladı. İlk günlerde zorlandı. Aklına, hayaline getirmediği bir işti bu. Aradan tam on beş gün geçmişti. Bir gün mescide, üstünü başını yenilemiş hareketli ve heyecanlı bir adam girdi. Efendimiz tanıdığı bu hareketli adama tebessüm ederek sordu: “Şimdi nasılsın?”
Şen şakrak cevap verdi: “Bütün borçlarımı ödedim, sattığım eşyalarımı da geri aldım. Böyle işleri başaracağımı hiç ümit etmiyordum!” Bunun üzerine, “Birilerinin yaptığı yardımla geçinmektense, sırtında odun taşıyarak kendi alın terinle yaşaman hayırlıdır!” buyuran
Efendimiz, ilk hatırlatmasını bir daha tekrar etti: “Allah rızkını yaratmadığı kulunu da yaratmamıştır. Ne var ki teşebbüs gücünü kaybeden kul, rızkının peşinde koşma azmini de kaybeder, birilerinin yardımıyla geçinmeye kendini mecbur sanır, yazık eder kendine.”
10.8.07
Dostlar Irmak Gibidir
Kiminin suyu az, kiminin çok
Kiminde elleriniz ıslanır yalnızca
Kiminde ruhunuz yıkanır boydan boya
İnsanlar vardır; üstü nilüferlerle kaplı,
Bulanık bir göl gibi...
Ne kadar uğraşsanız görünmez dibi.
Uzaktan görünüşü çekici, aldatıcı
İçine daldığınızda ne kadar yanıltıcı....
Ne zaman ne geleceğini bilemezsiniz;
Sokulmaktan korkarsınız, güvenemezsiniz!
İnsanlar vardır; derin bir okyanus...
İlk anda ürkütür, korkutur sizi.
Derinliklerinde saklıdır gizi,
Daldıkça anlarsınız, daldıkça tanırsınız;
Yanında kendinizi içi boş sanırsınız.
İnsanlar vardır, coşkun bir akarsu...
Yaklaşmaya gelmez, alır sürükler.
Tutunacak yer göstermez beyaz köpükler!
Ne zaman nerede bırakacağı belli olmaz;
Bu tip insanla bir ömür dolmaz.
İnsanlar vardır; sakin akan bir dere...
İnsanı rahatlatır, huzur verir gönüllere.
Yanında olmak başlı başına bir mutluluk.
Sesinde, görüntüsünde tatlı bir durgunluk.
İnsanlar vardır; çeşit çeşit, tip tip.
Her biri başka bir karaktere sahip.
Görmeli, incelemeli, doğruyu bulmalı.
Her şeyden önemlisi insan, insan olmalı...
İnsanlar vardır; berrak, pırıl pırıl bir deniz.
Boşa gitmez ne kadar güvenseniz.
Dibini görürsünüz her şey meydanda.
Korkmadan dalarsınız, sizi sarar bir anda.
İçi dışı birdir çekinme ondan.
Her sözü içtendir, her davranışı candan...
26.7.07
Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok, "Fast live", "Fast food", "Fast music", "Fastlove"...
Dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencereardında bitecek hepsi ...
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, Sizesesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
Copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?...
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maillearkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?....
Ya da Geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını.
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?...
Koklamak,duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?..
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
25.7.07
Anadolu'dan Geldik - Toplumsal çürümeye karşı!
Derelerden, tepelerden, Anadolu'dan geldik!
Yaylalarda yiğitlerin harman olduğu,
Güzellerin cilve yapıp kısmet bulduğu,
Anaların yüreğinin yanık olduğu, Anadolu'dan geldik!
Dağlardan ilham alırız, topraktan fidan alırız,
Fidanda orman görürüz, Anadolu'dan geldik!
Kavimlerle biz yerleştik, et tırnak olduk kaynaştık,
Törelerle biz paylaştık, Anadolu'dan geldik!
Komşusuna güvenip de kilit vurmayan,
Karnı toksa aç olana lokma yollayan,
Misafire döşek verip kendi yatmayan, Anadolu'dan geldik!
Atalara selam olsun, bozanlara kelam olsun,
Bu dünyaya sedam olsun, Anadolu'dan geldik!
Sıyrılıp kibiri attık, olgun başak gibi yattık,
Hamdık piştik tövbe ettik, Anadolu'dan geldik!
Eflatun'da bizden dostlar, Yunus da bizden,
Bektaş Veli Dergahı'nda coşanlar bizden,
Çağrısında Mevlala'ya koşanlar bizden, Anadolu'dan geldik!
Uygarlığa beşik olduk, inançlara eşit olduk,
Sevdalara çeşit olduk, Anadolu'dan geldik!
Türkiyelim unutma sen, açan gülü kurutma sen,
Bizi bize darıltma sen, Anadolu'dan geldik!
Kardeş kavgasına kurban gittik de no'ldu?
Aynı topraklarda düşman durduk da no'ldu?
37 cana kıydık da no'ldu? Anadolu'dan geldik!
Ekmeğin peşinden koştuk, gurbetin suyunu içtik,
Diyardan diyara göçtük, Anadolu'dan geldik!
Bedel başlık parasına, güdülen kan davasına,
Karşı çıktık hakçasına, Anadolu'dan geldik!
Cehaleti aşmak gerek, sırtı sırta çatmak gerek,
Hep ileri gitmek gerek, Anadolu'dan geldik!
http://www.sumerezgu.com/album.asp?ID=1
Sümer Ezgü 'den
Çolpon Kamçıbekkızı 'dan (Kırgızistan )
anahtar kelimeler: Anadolu,Sümer Ezgü,Türkçe Olimpiyatları
18.7.07
Zaman
Bir su mu, bir kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi, yokuş mu?
Bir sese benziyor;
Arkanız hep zifir!
Bir sese benziyor;
Önünüz tüm kabir!
Belki de bir hırsız;
İzi, lekesi var.
Belki de bir hırsız;
O yok, gölgesi var.
Annesi azabın,
Sonsuzluk, şarkısı.
Annesi azabın,
Cinnetin tıpkısı.
İçimde bir nokta;
Dönüyor aleve.
İçimde bir nokta;
Beynimde bir güve.
Akrep ve yelkovan,
Varlığın nabzında.
Akrep ve yelkovan,
Yokluğun ağzında.
Zamanın çarkları,
Sizi yürütüyor!
Zamanın çarkları,
Beni öğütüyor.
Zaman her yerde ve
Her şeyin içinde.
Zaman her yerde ve
Acem'de ve Çin'de.
Kime kaçsam ondan;
Ha yakın, ha ırak?
Kime kaçsam ondan;
Ya sema, ya toprak...
1936
17.7.07
Büyüdüğüne üzülme!
Ömrün sana vazgeçilmez dostlar kazandırıyorsa
Sabaha gülerek açabiliyorsan gözlerini
Büyüdüğüne üzülme!
Mutlak göçe bir adım daha yaklaşmışsın
Olsun ne önemi var
Geride kalacaklara
Baktıklarında gülümseyebilecekleri
Seni sevgiyle yad edebilecekleri
Bir tek fotoğraf bile bırakabilmişsen
Ve yüzündeki gülüşü doyasıya yaşayabilmişsen
Büyüdüğüne üzülme!
Bırak, günler sende iz bıraksın
Bırak, çizgilerin ve akların artsın
Yeter ki; yarın dünü aratmasın
Büyüdüğüne üzülme!
Çünkü varsın İyi ki varsın.....
not: bu şiiri doğum günüm(16 temmuz) dolayısıyla aldım,teşşekkür ederim Elif abla .
16.7.07
çalışan kadın- eskiden kadın olmak daha mı kolaydı ??
Eskiden kadın olmak daha kolaydı.Kadınlar sadece evde olur,yemek yapar ,çocuk bakardı.Sadece eşinin geliri düşükse kadın çalışırdı , çalışan kadına acınırdı. Kadın çalışıyorsa,evine bakamayacağı düşünülürdü, zaten kadın bekarken çalışsa bile evlenince evinin kadını olurdu.
90 lı yıllara gelindiğinde kadın sadece evde olmak istemedi,artık çalışmak ekonomik olarak özgürleşmek istiyordu.Bütün kadınlar önce üniversite okumaya ,sonra çalışmaya başladı.Bu kadının hoşuna gitmişti çalışıyor,istediği gibi harcıyor,geziyordu.Artık çalışan kadın evli olmak değil bekar olup gününü gün etmek istiyordu.Yaşasın özgürlük…
Çalışan kadın artık işkolik olmuştu, çalışıyor ve yüksekliyordu,zirveye ulaşmıştı.Birçok şirkette once orta kademe ,sonra üst kademe yönetciler kadın oldu.Fakat doksanların sonuna gelindiğinde şirketler yalnız ve işkolik 30 lu yaşlarında kadınlarla doluydu..
Bu çalışan kadına yetmedi,çıtayı biraz daha yükseltti.Artık evli ve başarılı çalışan kadın olmalıydı. Çalışan kadın etrafına bakındı,başarılı,paralı adaylar gözden geçirildi ,adaylardan kel, şişman ve kısa olanlar hemen elendi,ince ruhlu,şaraptan anlayan,14 şubatda müthiş süprizler yapan,kimsenin bilmediği yerlerde başabaşa tatillere götüren,yaşamayı seven ve bol bol espiri yapanlar hemen kapışıldı. Yurt dışından tasarımcı gelinlikleri getirtildi,otellerde muhteşem düğünler yapılıp,maldivlere yada baliye balayına gidildi.
Balayından sonra çalışan kadın hızla iş başı yaptı artık,gündüz toplantıdan toplantıya koştururken ,artık akşam yemeğinide düşünmeye başlamıştı.
Akşam ne yenmeli,nereye gidilmeli,eşinin gömlekleri,pantolanları ütülümü,kıyafetleri kuru temizlemeciye gitti mi geldi mi,marketten alınacakların listesini çıkar,iş çıkışı git al,eve gel hızlıca akşam yemeğini hazırla….
Çalışan kadın artık mutluydu,gece yatağı sıcacıktı ,üzülünce derdini paylaşan,hastalanınca ona bakan,ağlayınca destek olacak bir omuza, göz yaşlarını silecek şevkatli ellere sahipti.15 saat koşturmak ona vız geliyordu.Etraf bu şekilde koşuşturan ev ve iş arası çift vardiya çalışan kadınla doluydu.
Zaman geçiyordu .Çalışan kadın 35 ine yaklaşıyordu, biyolojik saati "be –bek, be- bek" diye uyarı vermeye başladı..Evet çalışan kadın hemen çığlık atmaya başladı "kariyer de yaparım bebek de". Çalışan kadınlar hemen sosyetik kadın doğumcuların randevularını doldurdular. Çalışan kadınlar ajandalarına ve işlerinin temposuna uygun zamanı seçip hemen mikroenjeksiyonla bebek yapmaya başladı.Kimi tek,kimi ikiz ,kimi üçüz istedi. 1-2 ay sonra güzel haberler sırayla gelmeye başladı,çalışan kadınlar hamileydi.
Ama çalışan kadın hem hamile,hem güzel olmak istedi ,hemen diyetisyenlere koşulup ,özel hamile diyetleri alındı ,bol bol kivi yenmeye başlandı.Eskisi gibi tatlı,börek aşerilmiyordu,karpuz ,kivi ve mango isteniyordu gecenin bir yarısı eşlerden.
Çalışan kadın çocuğunu eski usul büyütmeyecekti,hemen onlarca hamilelik,bebek büyütme kitapları alındı,bir çok internet sitesine üye olundu.Yoga ve anne–baba kurslarına yazıldı .
Çalışan kadın artık gün gün takip ediyordu bebeğini.Bugün 43.gün bebeğim üzüm tanesi gibi,59.gün parmakları oluştu ,89.gün bu gün ilk defa hıçkırdı. 210.günden sonra artık bebeğin matematik zekasının artması için Mozart dinletilecek.
Sonunda mutlu gün geldi çalışan kadın artık anneydi ,3-4 aylık izinden sonra çalışan kadın öldürücü diyetlerle zayıflayarak incecik bir şekilde iş başı yapmıştı.Artık başarılı bir yönetici,iyi bir eş ve anne olarak 24 saat çalışıyordu.
Bebek büyüdükçe, sosyalleşmesi için çalışan kadın cumartesilerini çocuğuna ayırdı ,artık tüm anneler topluca etkinliklere katılmaya başladılar,yaş günü partileri,tiyatrolar,piyano dersleri,basketbol,tenis ve yüzme kurslarının biri bitiyor biri başlıyordu.
Çalışan kadına buda yetmedi artık herkes çalışıyor,iyi bir eş ve annelik yapıyordu,çalışan kadın çıtayı birkez daha yükseltti. O artık evinde katkısız ,sağlıklı ekmekler,kahvaltı için ev yapımı reçel yapmalı,organic gıdalarla, vitamini bol sebze yemekleri hazırlamalı,çocuğuna ve eşine özel günlerde ev yapımı pastalar yapabilmeli,bu pastaları çok güzel süsleyebilmeliydi.
Evet bütün çalışan kadınlar yemek yapma kurslarına koşmaya başladılar,evlerine ekmek yapma makinaları aldılar.Şimdi çalışan kadınlar toplantı aralarında bir birlerine ekmek tarifleri vermeye başladılar,'dün nefis bir çavdarlı ekmek yaptım,istersen tarifini vereyim'.'Bende hafta sonu harika bir pasta yaptım.evdekiler bayıldı.Bir akşam gelinde sizede yapayım'.
Bakalım Çalışan kadın bundan sonra çıtasını nereye yükseltecek ????
Bu süreç içerisinde çalışan erkek ise çıtasını hiç yükseltmedi.
kaynak: http://www.herice.com/mail/6097/
9.7.07
uzun yaşama çince ipuçlar
4N+1K formulü
“Ne yersiniz?” yiyecekler ve beslenme ,
“Nasıl iyileşirsiniz?” şifalı otlar, ilaçlar ve iksirler,
“Neredesiniz?” çevre, ekoloji ve toplum,
“Ne yapıyorsunuz?” egzersiz, yaşam biçimi ve gençleştirme,
“Kimsiniz?” başlığını taşıyan bölümde de katılım, ilişkiler, sevgi, evlilik ve inanç
Az ye, çok yaşa: 100 yaşındaki yaklaşık yüz kişinin beslenmesini araştırdıktan sonra pek çoğunun gösterişten uzak bir yaşam sürdüğünü gördüm. Dünyanın dört bir yanında yaşayan bu asırlık çınarların pek çoğu “üç çeyrek” kuralını uyguluyorlardı. Yani karınlarının üçte biri doyduğu zaman yemeği bırakıyorlar.
Melekotu; Çinli kadınların uzun yaşam sırrı: Çin’de ve Asya’da binlerce yıldan beri kadınlar sağlıklarını melekotuna borçlular. Melekotu kadınların doğurganlığını artırıyor, kan hücreleri üretiyor, kemikleri güçlendiriyor, saç-cilt ve tırnak sağlığının korunması için kullanılıyor.
En yeşil çimen, en iyi olmayabilir: Uzun yaşamak istiyorsanız bahçenize kimyasal ilaç ve yapay gübre kullanmayın. Onun yerine organik gübre ya da ahır gübresi kullanın.
Yatak odanız, kozanızdır: Hayatımızın üçte biri uykuda geçtiği için evde en önemli yer yatak odası. İdeal yatak odası girişten ve sokaktan uzakta sessiz bir köşede olmalı. Sade döşenmeli, hafif aydınlatılmalı.
Manevi inanç, hastalığı yenebilir: İnanç, içimizdeki huzuru bulmamızı, olanı kabul etmemizi ve beklentilerimiz ile gerçek arasındaki farkı bir noktada uzlaştırmamızı sağlar. Manevi inançlarıyla ölümcül hastalıkları yenmiş kişileri gözlerimle gördüm.
Mutlu bir evlilik: Uzun süren mutlu bir evliliğin verdiği duygusal ve ruhsal erişim, sıkıntıları ve güçlükleri savuşturmaya yardım eder. Araştırma sırasında yüz yaş üstündeki bütün erkeklerin mutlu bir evliliği olduğunu gördüm.
Uzun bir hayat için ipuçları
* Gündüz kral gibi, gece yoksul gibi ye
* Hafta içi otobur, hafta sonu etobur
* Toksinlerden arınmak için bol sebze
* Yemeden önce yiyeceklerinize banyo yaptırın
* Kozmetik: Yapay güzelliğin ağır bedeli
* Sevgi dolu bir aile, uzun bir ömür
* Uzun yürüyüşler uzun yaşam
* Egzersiz zamanı: Her zaman
* Uzun bir ömür için, yakarış (dua)
* Güneş: Hem dost hem düşman
* İyi bir uyku, uzun bir ömür
* Erken teşhis, ömür uzatır
* Hiç açgözlü asırlık çınar yoktur
kaynak: http://cumaertesi.zaman.com.tr/?hn=4539
3.7.07
Köprüler kurmak
40 yıl yan yana yaşayan, makineleri paylaşan ve iş bölümü yapan kardeşler için bu ciddi bir durumdur. İşler gittikçe sarpa sarar ve sonunda karşılıklı kötü sözler sarf edilmeye başlanır ve nihayetinde haftalarca sessizlik takip eder.
Bir sabah John'un kapısı çalınır. Kapıyı açınca John karşısında alet kutusu ile bir marangoz bulur. Marangoz:
- "bir kaç günlük iş arıyorum" der.
-"Belki buralarda birkaç küçük işiniz vardır. Size yardim edebilir miyim?".
-"Evet" der büyük kardeş, "Senin için bir işim var. Çiftlikteki çayın arkasına bak. Orada komşum var ama aslında o küçük kardeşim. Geçen hafta aramızda bir çayır vardı ama o buldozerini nehrin yönünü değiştiren kapaklarını açtı ve sular bastı… çayırlar artık su doldu. Şimdi aramızda bir su birikintisi bir nehir (çay) var. Bunu bana rağmen yapmış olabilir ama ben daha iyisini yapacağım. Şurada gördüğün kereste yığını var ya, Senden bunlarla 2,5 metrelik bir çit inşa etmeni istiyorum. Böylece onun (kardeşimin) yerini görmek istemiyorum bu sayede onu görmeme gerek kalmayacak".
Marangoz, "Sanırım durumu anladım. Bana gerekli aletleri verin, sizi memnun edecek bir is çıkartacağımı sanıyorum." der.
Büyük kardeşin araç gereç için kasabaya gitmesi gerekir ve malzemeyi getirdikten sonra günün geri kalan kısmında çiftlikten uzaklaşır. Marangoz bütün gün ölçümler ve diğer işlerle uğraşır ve isini bitirir. John gelince gözleri açılır ve şaşkınlıktan ağzı açık kalır. Ortada çit falan yoktur. Marangozun yaptığı bir köprüdür. Nehrin bir tarafından diğer tarafına bir köprü. Ve nefis bir işçilik yapılmış bir köprü….
O da ne … John, komşu küçük kardeşinin kollarını açarak köprüden geldiğini görür.
-"Sen ne iyi bir dostsun ki tüm yaptıklarıma rağmen bu köprüyü inşa ettin".
İki kardeş köprünün ortasında buluşur ve birbirlerinin elini tutarlar…Arkalarına baktıklarında marangozun alet çantasını alıp gitmeye hazırlandığını görürler.
-"Hayır, bekle!" Birkaç gün daha kal. Senin için pek çok projem var" der büyük kardeş.
-"Kalmak isterdim" der marangoz…."ama inşa edecek daha çok köprüler var".
28.6.07
Mevlana, Hacı Bektaş-i Veli ve Haram inek
Durumu Hacı Bektaş-i Veli ‘ye anlatır ve Hacı Bektaş-i Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir.Bunun üzerine adam Mevlevi dergahına gider ve ayni durumu Mevlana'ya anlatır, Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder.
Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-i Veli ‘ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana'ya bunun sebebini sorar.
Mevlana şöyle der:
- Biz bir karga isek Hacı Bektaş-i Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş-i Veli dergahı’na gider ve Hacı Bektaş-i Veli'ye, Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-i Veli'ye sorar.
Hacı Bektaş-i Veli de söyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
anahtar kelimeler: Mevlana , Hacı Bektaş-i Veli, tevazu, yermek yada övmek
26.6.07
25.6.07
Bir gün Susmayı öğrendim...
Babam akşamları eve yorgun dönerdi. Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi.
Yemek hazırlanınca annem çağırır bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.
Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de bir odam olmasaydı, keşke bizim de evimiz bir odalı olsaydı da hep birlikte otursaydık' derdim içimden; ama yüksek sesle söylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanır, eline kumandayı alır, televizyon seyrederdi. Beni yanına çağırır biraz severdi. Onun izleyeceği önemli birşey varsa beni adeta yerimden bile kıpırdatmazdı. Azıcık hareket edip koşup oynamaya çalışsam oda hapsim yeniden başlardı.
Bir gün anladım ki susunca babamla daha iyi anlaşıyoruz. Bu defa susarak yapabileceğim oyunlar geliştirmeye başladım. Önce resim yaparak başladım işe.
Babam çizdiğim resimleri çok beğeniyor; 'Bak, böyle uslu uslu oyna işte.' diyordu. Babam bazen göz ucuyla bakıyor, resimle ilgili bir şey sorsam afallıyordu. Ama bana kızarak beni artık odama göndermiyordu. 'Son günlerde ne de akıllandı benim oğlum.' diye komşulara anlatıyordu annem halimi.
Resimlerim arttıkça ortalık dağılmaya başladı. Annem 'Odanı topla!' diye odama kapattığında işe nereden başlayacağımı bilemiyordum. Ben bunlarla uğraşırken zaman geçiyor; ama odamı toparlamayı beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayı yasaklayacağım.' dedi bir gün. Susuyor olmamı usluluk olarak değerlendiren ailem resim yapmayı da elimden alırsa ben ne yapacaktım?
Bu düşüncelerle bir aile tablosu yaptım. Babam eve gelince uygun zamanı kolladım. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya geçildi. Babam oturur oturmaz çizdiğim resmi getirdim.
Babam baktı. Hım, dedi 'Çok güzel olmuş.
Bu adam benim herhalde.' dedi.
Ben 'Hayır o adam değil, bu çocuk sensin.' dedim.
O 'Hayır, bu adam benim, bu çocuk sensin, bu küçük kız da arkadaşın.' dedi. Ben yine 'Hayır, o büyük adam benim, bu küçük adam sensin, bu küçük kız da annem.' dedim. Babam benimle uğraşmaktan vazgeçip: 'Peki neden bizi küçük çizdin?' dedi. Heyecanla başladım anlatmaya.
Ben büyüyüp adam olacağım. İş bulup çalışacağım. Siz yaşlanıp küçüleceksiniz. Beliniz bükülecek, komşumuz Ahmet amca ile Ayşe teyze gibi küçücük kalacaksınız. Ben işten geldiğimde yorgun olacağım. Siz benimle konuşmaya çalıştığınızda işyerinde kafam şişmiş olacağından sizi duymayacağım bile. Siz benimle bir şeyler paylaşmak istediğinizde 'Hadi odanıza çekilin de kafa dinleyeyim.' diyeceğim. Ve bir de bağıracağım 'Her şeylerini alıyorum. Sıcacık odaları da var, daha ne istiyorlar' diye. Annemle babamın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Duyduklarına inanamıyorlardı . Bana sarılıp beni öyle içten bir okşayışları vardı ki sonsuza kadar konuşsam hiç bıkmadan dinleyecekler gibiydi.
Farkında olmalı insan...
Kendisinin, Hayatın Olayların,
Gidişatın Farkında Olmalı.
Ömür Dediğin Üç Gündür,
Dün Geldi Geçti Yarın Meçhuldür,
O Halde Ömür Dediğin Bir Gündür,
O da Bugündür.
15.5.07
Türkan Saylan'la röportaj
Devamı:
http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=120578
10.5.07
1.5.07
Stephen King
(Eğer kitap okumaya vaktiniz yoksa ,yazı yazacak donanımınız ve zamanınızda yoktur.)
30.4.07
USULÜNCE CEVAP VEREBİLMEK
80'li yılların sonları, bir Beşiktaş-Bolu Spor maçı sırasında, Hakem,
Beşiktaş‘ın net 2 golünü vermez, Bolu Spor'a havadan bir penaltı verir.
Maç çığırından çıkmıştır. Beşiktaş'lılar neredeyse sahayı terk etmeyi düşünürler.
Bolu Spor 2. golü de atar. Metin TEKİN santrayı yapmaz bekler.
Hakem düdüğü bir daha çalar, ama Metin hala topa dokunmaz.
Hakem : 'Metin neden başlamıyorsun? Bak kart çıkartırım!' der.
Metin cevap verir :
'Hocam sahanıza geçin de başlayalım.'
-------
Rahmetli Baris MANÇO, Fransa'da bir televizyon programına katılır. Herşey gayet güzel giderken, sunucu klasik Avrupalı edası ile:
'Siz Türkler barbarsınız' muhabbetine girer.
Bunun üzerine Barış Manço sunucuya üzerinde para olup olmadığını sorar.
Sunucu, cebinden bir kaç banknot çıkartıp Barış Manço'ya uzatır:
B.M.: Simdi bu paranın üzerindeki kim?
Sunucu : General bilmem ne, bilmem neredeki savaşta kahramanlık yapmıştır, vs.
B.M : Peki bu?
Sunucu : Teğmen bilmem ne, böyle etmiştir, şöyle etmiştir.
Bunun üzerine Barış Manco cebinden bir kaç banknot çıkarır ve üzerindekileri teker teker anlatır:
B.M.:
Bu Mevlana Celaleddini Rumî; ünlu bir Türk düşünürüdür.
Bu Halit Refik KARAY; ünlü bir Türk Edebiyatçısıdır.
Bu Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti' nin kurucusudur.
Sessizliğin üzerine sunucuya bakarak söyle der:
- Şimdi siz söyleyin, kim barbar?
-------
Cumhuriyet'in ilanından sonra, İstanbul'da bir resepsiyon verilir.
Tüm Dünya Ülkelerinin elçileri ve ataşeleri de davet edilir.
Davet güzel bir şekilde devam etmektedir, fakat İngiliz ataşesi olan Binbaşının bakışları Atatürk‘ün gözünden kaçmaz.
Bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir.
Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir.
Yaver Mustafa Kemal'e şöyle der:
-Paşam; kendisine size karşı neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana Mustafa Kemal'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi.
Bunun üzerine Atatürk şöyle der.
-GİT SOR BAKALIM, BABASININ ÇANAKKALE'DE NE İŞİ VARMIŞ?…
-----
Birleşen kazanıyor, bölünen kaybediyor (Zülfü Livaneli)
“AKP bu konudaki verileri bir bilgisayara yüklese ve kendileri açısından en iyi çözümü sorsa Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı, Tayyip Erdoğan’ın başbakan olması gerektiği cevabını alır. AKP açısından ideal olan durum budur.”
Ve hemen eklemiştim:
“Ama işin içinde insan egosu olduğu için bu çözüme pek ihtimal vermiyorum.”
İtiraf etmeliyim ki; AKP beni yanılttı ve başından beri sergiledikleri dayanışmayı burada da gösterdiler.
İşin bu boyutu çok önemli.
Ve günün en yakıcı sorusu şu: Kendilerine Atatürkçü, laik, solcu, çağdaş vs. diyenler niye bu kadar sevgisiz, kıskanç, birbirine düşman?
Buna karşılık AKP çevreleri niçin birbirine bu kadar sıkı sıkıya bağlı?
İşte Türkiye’yi bir büyük dönüşümün eşiğine getiren ve türbanın köşke çıkması noktasına sürükleyen gelişmelerin sırrı bu soruda gizli!
Meclis’e gidiyorsunuz: CHP’li milletvekillerinin yüzünden düşen bin parça, birbirine selam vermeyen, koridorda gördüğü zaman yolunu değiştiren pek çok kişi var.
Konuştukları zaman kasılmış bir ağız ve gevrek bir ses tonuyla: “katılımcılık, demokrasi” filan gibi birkaç klişeyi dile getiriyorlar ama temel unsurları sevgisizlik, kıskançlık.
Birbirinden nefret!
Diğer “sol” partilere bakın. Başkanlar birer derebeyi gibi “küçük aşiretlerin” başında olmayı, posterlere, otobüslere resimlerini bastırmayı marifet sanıyor. Hayatta kendi gücüyle başaramadığı bir şöhrete sahip olmaktan, partinin sırtına binerek egosunu tatmin etmekten başka bir derdi yok.
Bir de “öteki taraf”a bakın.
AKP’yi kurdukları zaman Bülent Arınç, Abdullah Gül gibi isimler milletvekili.
Gül kendi partisinde genel başkan adayı olup, delegenin yarısının oyunu almış. Siyasi yasağı yok, dil bilir. Arınç da Gül de Erdoğan’ın ağabeyleri. Kaldı ki Erdoğan siyasi yasaklı, seçime bile giremiyor.
Ama sıra genel başkan belirlemeye geldiği zaman Arınç da Gül de “Hayır!” diyorlar “Bu kardeşimiz halkta daha çok ilgi görüyor. Onu genel başkan yapmamız gerekir.”
Siz böyle bir davranışı Deniz Baykal’dan ya da öteki “solcu”lardan bekler misiniz?
Acı acı güldüğünüzü görür gibi oluyorum.
Haklısınız, gülünç bir soru sordum.
Neyse AKP macerasına devam edelim:
Seçimler sonucunda Abdullah Gül başbakan oluyor, sonra koltuğunu Erdoğan’a devrediyor.
Şimdi de Erdoğan, yardımcısını Cumhurbaşkanı yapıyor.
Arınç buna itiraz etmiyor ve AKP içindeki herkes sarılıp birbirini tebrik ediyor.
İşte sır burada.Dünyanın her yerinde sol dayanışmacı, sağ bireycidir.Türkiye’de ise durum tam tersi.
Solun bencilliği, düşmanlığı, küçük düşünmesi ve kıskançlığı karşısında, dayanışmacı bir hareket Türkiye’yi ele geçiriyor.
Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde yeni ve çok önemli bir sayfa açıldı.
Eğer siyasal İslam bu dayanışmayı sürdürür, laikler de amip gibi bölünmeye devam ederlerse; emin olun bugünleri de arayacağımız noktalara gelmemiz çok yakındır.
kaynak:http://www7.gazetevatan.com/root.vatan?exec=yazardetay&tarih=25.04.2007&Newsid=117104&Categoryid=4&wid=5
25.4.07
İNDİRİM
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti.Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:
- Küçükk!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye, atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı.
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi. Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak. Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla, daha fazla mükafat görecekler...
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrine işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
-İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam.
Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım.
Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı.
Adam, devam ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!.
Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerdeki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra, çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi.
Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.
- Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok her halde. Bir antika ne kadar eski ise, o kadar para tutar.Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi.Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerindendoğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. 'Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!' demişti...
Turkish expression
Just at beginning BISMILLAH
When surprised ALLAH ALLAH
When gave up EYVALLAH
To go to the end YA ALLAH
Promise VALLAH BILLAH
Self confidence EVEL ALLAH
Fully motivated ALIMALLAH
Bored FESUPHANALLAH
More bored HASBINALLAH
Give up ILLALLAH
Great inspiration and motivation ALLAH, ALLAH, ALLAH
Succeeded MASALLAH
At failure HAY ALLAH
BİR DELİYE BİR VELİ ROLÜ
– Veli gibi bir hanıma düştün de sesin sedan çıkmıyor değil mi?
Omuzlarını silkerek cevap verir:
– Bizimki veli filan değil kelimenin tam manasıyla delidir deli!…
– Öyle ise derler nasıl geçiniyorsun böyle deli biriyle?
Cevap verir:
– Ben usulünü biliyorum da öyle geçiniyorum, kavga gürültümüz o yüzden olmuyor!…Büsbütün meraka düşerler.
– Deli gibi biriyle kavgasız gürültüsüz geçinmenin usulü nedir ki? diye sormaktan kendilerini alamazlar.
Şöyle izah eder Ebu Müslim, geçinmenin sırrını.Der ki:
– Allahü Azimüşşan, Âdem Aleyhisselam’ı topraktan yarattığında bedenine önce aklı koydu. Akıllı bir adam oldu.Sonra öfkeyi yarattı. Ona da Âdem’in bedenine girmesini emretti.
Öfke:– Ben dedi. Âdem’in bedenine giremem. Çünkü orada akıl vardır! Akılla ikimiz bir yerde asla duramayız!…
Rabbimiz buyurdu:
– Ey öfke! Sen Âdem’in bedenine girmeye çalış, oraya yönel. Akıl senin geldiğini görünce hemen çıkıp gider, kendi yerini sana bırakır. Böylece sen de Âdem’in bedeninde hükmünü icra eder, onu deli yaparsın.
Ebu Müslim burada der ki :
– İşte biz hanımla bu konuda anlaştık. Dedik ki; mademki insana öfke gelince akıl gidiyor, insan delinin teki haline geliyor. Öyle ise evde kim öfkelenirse o an sanki o delidir. Deliye karşı ise bir veli lazımdır. Ben öfkelenirsem hemen farkına varacaksın, sabır gösterip ters cevap vermeyeceksin. Çünkü ben o an deli sayıldığımdan deli adamdan her şey beklenir diyerek veli rolüne gireceksin, aklım gelinceye kadar bir deliye bir veli rolü oynayacaksın.
Ebu Müslim burada şunu da ilave eder:
– Tabii der, bu sabır benim için de geçerli bir görevdir. Bazen hanım öfkelenir, bu defa o deli durumuna girer bana veli rolü düşer, ben bir veli gibi sabır gösterir, karşılık vermemeye çalışırım. Aklı gelip de akıllı insana muhatap olduğumu anlayıncaya kadar, bu sabır devam eder.
Ebu Müslim bundan sonrasını şöyle tamamlar:
– İşte der ey dostlar, benim hanımdan şikayetçi olmayışımın sebebi budur. Gül gibi geçinip gitmemizin sırrı da buradadır. Tavsiye ederim, siz de bir deliye bir veli rolü oynayın, öfkelenince karşı taraf veli rolüne girsin, sabır ve tahammülü esas alsın, göreceksiniz ki tartışma kısa zamanda son bulacak, taraflar birbirlerine karşı sevgiyle dolacak. Çünkü öfkeli taraf kendisine karşılık verilmeyişinin takdirini, minnettarlığını duyacak. Bu da mutluluk vesilesi olacak.
Ebu Müslim; sakın der, bir deliye bir veli rolü basit bir tedbir deyip de dudak büküp geçmeyin, sadece bir deneyin, yeter...
Kaynak:Yeni Aile İlmihali, Ahmed Şahin, Cihan Yayınları
4.4.07
ÜDS 2007 MART
2007 MART DÖNEMİ | ||
SINAV TARİHİ: 25.03.2007 | ||
ALMANCA (A KİTAPÇIĞI) | FRANSIZCA (A KİTAPÇIĞI) | İNGİLİZCE (A KİTAPÇIĞI) |
3.4.07
BİR GECE -M.Akif Ersoy-
Kumdan, ayın on dördü bir Öksüz çıkıverdi!
Lâkin, o ne hüsrândı ki: Hissetmedi gözler;
Kaç bin senedir, halbuki bekleşme delerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl, en sapa yerdi.
Bir kerre de, mâmûre-i dünyâ, o zamanlar.,
Buhranlar içindeydi, bugünden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkına sarmıştı zemînin.
Salgındı, bugün Şark'ı yıkan, tefrika derdi.
Derken büyümüş, kırkına gelmişti ki Öksüz,
Başlarda gezen kanlı ayaklar suya erdi!
Bir nefhada insanlığı kurtardı O Mâsum,
Bir hamlede kayserleri, kisrâları serdi!
Aczin ki, ezilmekti bütün hakkı, dirildi;
Zulmün ki, zevâl aklına gelmezdi, geberdi!
Âlemlere rahmetti, evet, şer–i mübîni,
Şehbâlini, adl isteyenin yurduna gerdi.
Dünya neye sâhipse, O'nun vergisidir hep;
Medyûn O'na cem'iyyeti, medyûn O'na ferdi.
Medyûndur O mâsûm'a bütün bir beşeriyyet...
Yârab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.
Mehmed Âkif ERSOY
30.3.07
"BELA'NIN ÖNÜNDEN SAPMASINI BİLİN!
- Tahsilim zamanında bizim medreseye en yakın fırından ekmek alırdım.
Senelerce bu fırının müşterisi olmaya devam ettim.
Bir sabah yine âdetim üzere ekmek almak maksadıyla bu fırına geldiğimde, fırında çalışan bir işçinin, bir haksızlığına maruz kaldım.
Herkese ekmek veriyor, sıram gelip geçtiği halde bir türlü beni görmüyordu.
Adamı şöyle ikaz ettim, böyle hatırlatma da bulundum ise de, hep bana ters cevap veriyordu. Ön sırada beni görmezlikten gelip, hep arka sıralardakileri tercih ediyordu.
Artık canım burnuma gelmişti, bu haksızlık karşısında. Fırının yanında, ayak altında duran bir taşı kaptığım gibi, adamın üzerine yürümeye karar verdim.
Ama tam o sırada birden aklıma geldi:
- Bu adam bir belâya müstahak hale gelmişse, neden bunu benim elimden bulsun? Ben de onu belâya atan adam suçunu yükleneyim? Sabredeyim, mutlaka bunun içinde bir hayır vardır, dedim.
En nihayet herkes ekmeğini alıp gittikten sonra, bana da istediğimi verdi, dershaneme geri döndüm.
Bir gün sonra fırına gittiğimde ise, adamın yerin de olmadığını gördüm.
Sordum; Dediler ki:
- O işçi, dün aniden hastalandı, şu anda ölümle burun burunadır. Fakat bir türlü ölemiyor, can çekişip duruyor.
Hemen aklıma geldi, ona vurmayı niyet ettiğim taşı alıp, ziyaretine gittim. Taşı alnına değdirip yorganın üstüne koydum. Az sonra adam kolayca son nefesini veriverdi.
Çünkü bu taşla onun eceli gelecekti. Bununla ömrü bitecekti. Fakat sabrım sebebiyle, o taşı ona vuran ben olmaktan kurtulmuştum.
29.3.07
'cam tavan sendromu'
Bilim adamları pirelerin farklı yükseklikte zıplayabildiklerini görürler.
Sahte Para
Resimdekilerin orjinalleri hala Merkez bankası müzesinde duruyormuş...
Çölde Bir Elma
Bir süre sonra çevrenin bereketli toprakları gerilerde kalır.
Önce cılız otlar, sonra kavruk toprak. Derken uçsuz sahra.
Beyin kaynatan bir güneş, taban yakan bir zemin.
Ağza, burna, göze, hatta mataralara dolan ince kum.
Çölün ayan beyan hissedilmeye başladığı anlarda Yavuz Sultan Selim Hân, durur ve yanındakilere emreder:
- Bir elma getirin bana!
Vezirler şaşkındır.
- Aman efendim derler. Evvelce söyleseydiniz bahçelerden geçerken tedârik ederdik, ama şimdi ne mümkün?
- Ben anlamam. İcabında koca orduyu arayacak ve bir tane olsun elma bulacaksınız bana!
Çöl ortasında bir telaşdır başlar. Askerlerin bütün eşyaları didik didik aranır.
Ama bir tane olsun elma bulunamaz.
Haber Sultana ulaştığında bir vekâr ile secdeye kapanır.
"Sana şükürler olsun ya Rabbi!" diye duâ eder.
Sonra vezirlerine döner:"Eğer bir elma çıksaydı" der, "geri dönerdim!"
Maksadı, askerler bahçelerden geçerken, meyvalara zarar vermiş mi vermemiş mi? Bunu öğrenmek ister.
İşte Osmanlı, kul hakkından böylesine korkardı.
kaynak: http://www.saatlimaarif.com/detay.asp?ContentID=512
"Hocalı katliamı"
http://www.otokeyif.com/myfiles/mail/0013/
20.3.07
2 Türk lirası...
2 Türk lirası...
Bazılarınız yere düşse eğilip almazsınız.
Para üstü olsa aldırmazsınız.
Harçlık diye, bahşiş diye, sadaka diye verilse surat asarsınız.
Hepi topu 2 lira....
* * *
6 Şubat gecesi Şanlıurfa'ya çok yağmur yağdı.
Ceylanpınar Tarım İşletmesi arazisi içinde bulunan Çırpı Deresi taştı; üzerindeki stabilize geçişi tahrip etti.
O geçişten bir kamyon geçmeye çalışıyordu o gece...
Kamyonun kasasına 44 kişi binmişti.
Çoğu kadın ve çocuktu.
Tarım İşletmeleri çiftliğine, koyun sağmaya gidiyorlardı.
Kamyonun şoförü yolun çöktüğünü fark etmedi; araç Çırpı Deresi'ne uçtu.
Kasadaki 44 kişi dereye döküldü; sürüklendiler.
Kamyonun kasasına tutunmayı başaran 33 kişi kurtarıldı.
Kurtarılanlar Ceylanpınar Devlet Hastanesi'ne kaldırıldı.
Sel sularına kapılan 2 işçi, Elma ve Hacer Kaya öldü.Halil, Ahmet, Emine ve Anuç Ete kayboldu.Zehra ve Hatun Kaya kayboldu. Naile Çorak, Fatma Merç, Halfe Ayberk kayboldu.Adları ilk kez haberlerde duyuldu.
* * *
Gece, arama kurtarma çalışmaları başladı.
Dalgıçlar sabaha kadar derede işçi aradılar.
Derenin Suriye tarafında da Suriyeliler çalıştı.
Sonuç alınamadı.Kazayla ilgili olarak Ceylanpınar Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı.
Çiftlikte süt sağımı işini yaptıran müteahhit Celal Ulukaya gözaltına alındı.
Bu gözaltının nedeni, kurtulan işçiler konuşunca anlaşıldı.
Kazazedelerden Halil Ertuğrul 10 yıla yakın süre bu işi yapmıştı.
Çiftlikteki sağım işinden günde 2 lira kazanıyorlardı.
Ertuğrul, "Niye çalışıyorsun o zaman" sorusuna kısa bir yanıt verdi:"Mecburum. İş yok."
* * *
Günde 2 liradan ayda 60 lira...
44 işçiyi Çırpı Deresi'ne sürükleyen, 11'ini yağmur sularından bir selde boğan ekmek kavgasının bedeli bu...
İşsizlik illetine düşmüş fukaraları "Hiç yoktan iyi" tesellisiyle kandıran müteahhitlerin ucuz işgücüne biçtikleri değer...
2 demir lira...
Günlerdir elimde çevirip durduğum 2 metelik...
2 paralık hayatların can pahası..
Harçlık isteyen çocuklara bu yazıyla birlikte veriniz.
Hayat dersi niyetine...